28 Aralık 2012 Cuma

Hatalar zinciri ve yapılmaması gerekenler

Dün, iki gün önce izleyemediğim Aston Villa - Tottenham Hotspur maçının özetini Premier League TV'den izledim. Aston Villa bitmiş, okeye dönüyor. 8-0'lık Chelsea mağlubiyetinin de etkisi olsa gerek pek bir varlık göstermemişler Spurs* karşısında. 

Bizim kanallarımız ince ofsaytları, faul mü, değil mileri tartışırken PLTV ise maçın sadece en kritik pozisyonu inceleyip, grafikleri bunlar üzerinden gösteriyor. Bu maç içinde Spurs'un 3. golünü seçmişler. İnanılmaz bir analiz. Eklediğim video da pozisyonu ve fecaati en iyi açıklayan açı. Villalı oyuncu üç boş arkadaşı varken ceza sahasında, dışarı kimsenin olmadığı yere topu atıyor. Üstüne ileri uzaklaştırılan topa ilk müdahele gene rakibin tek olduğu yer. Gene boş arkadaşları varken rakibe atılan top. Pozisyonun devamında atılan arapasını uzaklaştırmak için yapılan müdahele gereksiz bir zorlama ve kolay yerine topu rakibe atma. En kötü taca atarsın sonuçta. Son olarak noktayı kaleci koyuyor ve çok rahat çıkıp alacağı topu izlemekle yetiniyor.

Sanırsam bu ders olarak tüm oyunculara izletilmeli. Bu kadar hatalı pas ve yanlış karar nasıl alınır ve golü yemek hak edilir. Düşmenin en büyük adayı olmalarına şaşmamalı.

*Tottenham Hotspur sempatim ve takibimden dolayı, onlardan bahsederken Spurs ve Coys ifadelerini çok kullanabilirim. Bilgilerndirme yapmak istedim.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Tipine göre yargılamak...

Türkiye, bir çok ülkeden farklı bir konumda idi ırkçılık konusunda. Biz, hepimiz zenci olduk, zenci oyuncuları çok sevdik. Bizden farklı oldukları için onlara farklı davranmadık, bizden biri olarak davrandık. Çünkü içimizde sıcaklık var. Farklı insanlara ekstradan bir sıcaklık var. Biz Eto'o İtalya'da, İspanya'da hakarete uğrarken buradan ona destek çıktık. Biz böyle bir millettik. Peki ne değişti?

Geçen sene Beşiktaş - Galatasaray maçındaki yanlış anlaşılma üzerine çok çamur atıldı. Belli İngilizce hakareti, ırkçılığa çevirmek isteyen art niyetli taraftarlar oldu. Anlaşıldı ki durum öyle değil. Kimse bu suçlamalardan dolayı pişman oldu mu? Hayır. Nemalanmak daha hoş geldi. Evet, tribünlerde kendini bilmez, orayı hak etmeyen bir kaç insan görüntülendi. İşte daha önce de dediğim gibi bu insanlar ifşa edip, oraya almayacaksın ki insanlar akıllansın.

Devamında ise Emre Belözoğlu - Zokora ikilisi ile başlayan olaylar silsilesi... Ülkede saçma bir play-off organizasyonu oluşturulup gerilim yükseltip, gündemi değiştirme çabası sonucu meyvelerini vermiş ve İngiltere'de de sabıkalı olan Emre'nin ırkçılıkla suçlanma olayları gelişmişti. Emre'nin saha dışındaki tavırları ile saha içi arasında gece ile gündüz kadar fark var. Bunu herkes biliyor. Buradaki olayda da federasyonun ya da ceza kurulunun sessiz kalmasına kendi klubü sessiz kalmamalıydı, gereken cezayı vermeliydi diye düşünmüşümdür.

Ne tesadüftür ki Zokora'nın oynadığı klubün başkanı bu pazar günü Meireles hakkında inanılmaz sözler sarf etti. Saçından girdi, dövmelerinden çıktı. Daha dünü çok çabuk unutmuş olacak ki Yattara'nın saç ve sakal modelleri, Engin'in dövmeleri gözünden kaçmış hep. Ayrıca bir insanın ki -bu arkadaş Portekiz vatandaşı ve farklı bir kültürden- yaşam stili hakkında bu şekilde konuşmak, aşağılamaya çalışmak ne kadar doğru? Bu, geçen senedeki olayları unutmadık, şimdi elimize silah geçti, yandınız durumudur, maalesef ki kendini bilmemektir.

Burada kimsenin dövmesine, yaşam şekline ve tipine göre önyargı ile konuşup açıklama yapılmamalı demek istediğim. Klüp yöneticiliği ciddi iş ve ağızdan çıkan her kelime bir çok insanı etkiler. Bu bilinçle bu iş yapılmalı. 2002'de Dünya Kupası'nda üçüncü olurken Ümit Davala'nın saç modeli hepimizin aklındadır hala. Kimse onun saç modeline göre Ümit Davala'yı eleştirmedi ya da yargılamadı. Bu kişi Portekizli, Fransız ve Afrikalı olunca da değişmemeli.

Son senelerde inanılmaz bir kutuplaşmaya itiliyoruz. Yöneticiler sadece taraftara oynayıp, onları da galyana getiriyor. Gündem değiştirmek için her zaman futbol devreye giriyor. Biz herkese sıcak davranan, farklı renkte, farklı kültürdeki insanlara bizden gibi davranıp, dünyaya örnek olmuş millet, bozuluyor. Buna çok dikkat etmemiz lazım. Herkes bu konuda kendine düşeni yaparsa, geç kalmış olmayız.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Kura Kaderi



Kura şansı denen bir şey var. Bir güç var. Artık bunu da inkar etmeyiverin.

İlk iki maçı kaybederek gruptan çıkan Galatasaray’a Schalke’nin, son iki maça liderliği garanti giren Manchester United’a Real Madrid’in gelmesi başka türlü açıklanamaz.

Kuralar şu şekilde gerçekleşti:

Galatasaray AŞ (TUR) v FC Schalke 04 (GER)
Celtic FC (SCO) v Juventus (ITA)
Arsenal FC (ENG) v FC Bayern München (GER)
FC Shakhtar Donetsk (UKR) v Borussia Dortmund (GER)
AC Milan (ITA) v FC Barcelona (ESP)
Real Madrid CF (ESP) v Manchester United FC (ENG)
Valencia CF (ESP) v Paris Saint-Germain FC (FRA)
FC Porto (POR) v Málaga CF (ESP) 

2. tur için güçlü takımların birbiriyle eşleştiğini görüyoruz. Bu da final için sürpriz takımların yolunu açacaktır. Final için iki sürpriz adayım Juventus ve Dortmund bu turu geçerse tahminime adım adım yaklaşacaklardır.

Her ne kadar maçların kalitesi yüksek olsa da Barcelona’nın Milan’ı, Real Madrid’in de Manchester United’ı elemesine kesin gözüyle bakıyorum. 

Bakalım Şampiyonlar Ligi gruplarındaki düşük heyecan eleme maçlarında yerini coşkulu maçlara bırakacak mı?

19 Aralık 2012 Çarşamba

Klüpler ve Ergen Açıklamaları

Bu yazıyı bayadır yazmak istiyordum. Dünkü açıklamların üstüne olması sadece talihsizlik. Burada hiç bir takımı direk olarak mimlemiyorum, genel olarak hepsine laflarım.

100 yılı aşmış Türk futbolunun çınar klüpleri... Tarihleri, başarıları... Başlarında onlara yakışmayacak açıklamalar yapan yöneticileri. Bunca yıldır varlığını sürdüren ve iddialı olan klüplerin başında sanki çocuklar var. Rutin olarak üç ayda bir ergen açıklamaları yapıyorlar. Renk, takım fark etmiyor, hepsi aynı. 

Artık egolarından patlamak üzereler. Her şeyin doğrusunu onlar biliyor, onlar yapıyor. Klübün geçmişine hiç saygı duymadan, felsefesini kavramadan yönetmeye çalışıyorlar. Fikret Orman için şu ana kadar bu kadar abartılı eleştiri yapamam ama öncesi malum. Rakibe saygı sıfır. Saygının olmadığı yerde kimin ne işi olur?

Sadece taraftara oynamakla, onların istediği açıklamaları yapmakla maalesef ki iyi yönetici olunmuyor. Finansal başarı getirebilirsiniz, sporda başarı getirebilirsiniz ama söyledikleriniz ve düşündükleriniz hep basın kısmında yazılı kalacaktır. Açıklama yapmayınca da klüp sahipsiz görünüyor sanmak gibi bir yanılgı içine düşüyorlar. 

Sporun ruhundan, ahlakından bir haber, derbi de rakip taraftarın stadlarına gelmeleri için de emniyetle görüşmeler yapılıyor mu misal? Futbolun güzellikleri tek taraftlı değildir. Dünyanın neresinde var acaba derbilerde rakip taraftarın alınmadığı? Sonra dünyanın derbisi, bilmem neyin derbisi diyoruz. Bunu düzeltecek kişiler o klüpleri yönetenler. Ama bu bilinçte hiç bir eylem almıyorlar.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Derbi Stresi



Galatasaray-Fenerbahçe maçlarının stresi bazen ağır oluyor.

Futbolcular ve teknik adamlar bu stresin altında ezildiklerinde sahada çok kalitesiz bir futbol izleyebiliyoruz. 16 Aralık 2012 derbisi de bunlardan biri oldu.

Bir süredir devam eden iki takım arasındaki normal-üstü tansiyon başta seyirci olmak üzere herkese yansıdı. Tamamen zihinlerde yaratılmış olan ve belli alışkanlık kalıplarıyla şekillenen bu derbi heyecanı, dünyanın diğer önemli derbilerinin aksine herhangi bir sosyo-kültürel çekişmeye de sahne olmuyor.

Ama nasıl oluyorsa her seferinde bu “anlamsız” heyecan yine gündemi meşgul ediyor, yine günlerce konuşuluyor. Bundan sonra da konuşulmaya devam edecek.

Futbol adına bir not:

“İki takım arasında duran top farkı vardı” demiş Aykut Kocaman. #AlexDeSouza der geçerim o halde.

Takımın Bel Kemiği


Geçmişten günümüze geldikçe futbolda  sahaya diziliş ve sistemin oldukça farklılaştığını görebiliriz.Yirmi sene önceki oyun anlayışıyla günümüz oyuncularının mevkilerinin ötesinde bir beklenti var. Defans oyuncusundan hücuma katılmasını , santrafordan iyi pas vermesini bekliyoruz artık. 3-5-2 daha sonra moda olan 4-4-2 ama artık 4-3-2-1,4-2-3-1 artık o pozisyon aralarında iki mevki arasında kalmış oyuncuların üstünde bütün yük. 

Atletik yapıları ve fiziksel güçlerinin yanında futbolun 4/3 zeka ile oynandığını bize gösteren oyuncular. Önceleri “Defansın bel kemiği” diye tabir edilen adamlar vardı, şimdi ise “Takımın bel kemiği” dediğimiz adamlar. Savunma ile hücum arasında köprü kuran, oyunu çift taraflı oynayan, savunmayı ve hücumu başlatan fiziksel gücü yanında futbol zekası yüksek olan oyuncular.Oyunları çok fazla dikkat çekmez ya da iyi bir hücum oyuncusu kadar magazinsel tarafları yoktur ama aslında takımın işleyişindeki en önemli parçadır.Fiziksel performansları kötü olsa bile duracağı ya da pas atacağı yeri iyi bilir ve kendini oyun içinde yetersiz kalacağı rizikolara sokmaz. 

Büyük iş başarmış takımların fotoğraflarına baktığınızda en ortada onları görürsünüz. Futbol zekası yüksek diyorum çünkü parlak bir teknik direktör kariyeri olanların büyük çoğunluğu bu mevkilerde görev alan insanlar, oyunun tam göbeğinde olduklarından hücum ve defans perspektiflerini çok iyi analiz etmişlerdir ve bunu taktiksel olarak yönettikleri takımlara aktarmışlardır.

Bu adamlar gibi olmayın!

Dün ülkenin çoğu insanı gibi bende Galatasaray - Fenerbahçe maçını izledim. İki takımıda tutmayınca kafa rahat izleyip, daha objektif olma şansınız olabiliyor. Maç ile analizler zaten onlara kez yapıldı. Benim derdim başka şeyler. 

Dün taç atışları kullanılırken bu sıkıntı gözüme çarptı. Fenerbahçeli oyuncular taç atışı kullanırken yakı plan çekimlerde hep arkalarında bir taraftar belirdi. Dikkati dağılsın diye arkadan bağırıyorlardı arkadaşlar. Gözleri bağırmaktan yerlerinden çıkacak gibi, yüzü kıpkırmızı. Sanarsınki eşine, annesine bir şey yapıyorlar. Hayır, rakip takım oyuncusu taç atışı kullanacak. Ama nasıl sövüyor, futbolcunun annesi filan kalmıyor. Tek suçu rakip takımın oyuncusu olması. 

Hangi formayı giydiğinin, hangi takımın taraftarı olduğu önemli değil. Bu maçların kayıtları var, bu adamların tipleri belli. Basın çıkarsa eşgali boy boy koysa bunların fotoğraflarını. Bu adamlar gibi olmayın deseler. İnsanların eşgalleri çıktıkça, inanın utanmaya başlarlar. Belki yapmaya başlamazlar. Yani adam rakip formayı giyiyor diye bunları yapıyorsa Allah korusun ailesine biri bir şey yaparsa, yan gözle bakarsa kim bilir ne yapar?

Lüften bu adamlar gibi olmayın.

10 Aralık 2012 Pazartesi

David de Gea

De Gea'ya daha 21 yaşında çok büyük bir sorumluluk verildi ve İngiltere'nin son 20 yılına damga vurmuş Manchester United'ın kalesi ona devredildi. 

İncecik, uzun boylu, elleri kocaman bir kaleci. Fiziği garip gelmişti ama Atletico Madrid kalesinde büyük işler yapıyordu. 

Geçen sezonun başı adaya geldiğinde Van der Sar'ın boşluğunu doldurabilecek mi diye hepimiz sorduk. Bana sorarsanız Van der Sar'dan sonra o kaleyi kimse dolduramaz. De Gea'nın fiziği Van der Sar'ı andırsa da arada daha çok fark var. 

O boyla yan toplarda bu kadar zayıf olmak gerçekten beceri ister. Toplara çıkamayacak kadar zayıf olmak İngiltere gibi bir yerde transfer politikası sorgulatır adama. En son Manchester derbisinde yediği ikinci gol bana sorarsanız pozisyon takibi eksikliğinden onun da hatası. Sonuçta topu takip etse zaten Zabelata'nın vurabileceği tek nokta orası. Boyunun da dezavantajı var lakin kendini hazırlarsın en azından. Bunların hepsi bir yana omzuyla çıkardığı pozisyonda gerçekten şapka çıkarılacak türdendi.

Son maçtan örnek veriyorum belki ama yediği gollerin genelinde aynı hataları yapıyor. Önündeki defans oyuncuları eskisi gibi değil belki ama yine de ondan beklenen güvenleri boşa çıkarmanın da bir kredisi var. Yeri geldiğinde de çok iyi kurtarışlar yapıyor ama kaleciliğin de kötü yanı hep hatalarınızla anılmanız. 

Bu eleştirilere rağmen De Gea gerçekten umut vadeden çok iyi bir kaleci. Daha 22 yaşında ve yolu çok uzun. İspanya'da ve Avrupa Kupaları'nda onu hayranlıkla izlemiştik. O yaşta özgüveni inanılmazdı. İngiltere'ye gelince onca eleştiriye rağmen o işini yaptı. Üzerindeki baskılara rağmen hala elinden geleni yapmaya çalışsa da sorgulanması gereken acaba onun için İngiltere doğru yer mi? 

9 Aralık 2012 Pazar

Şampiyonlar Ligi'nde Açılan Makas



Şampiyonlar Ligi’nin son haftasını geride bıraktık. En heyecanlı hafta olması beklenen 6. hafta hiç de beklendiği gibi geçmedi zira 5 grupta ilk iki sıra belliyken sadece 3 grupta ikincilik mücadelesi vardı.

Peki Avrupa futbolundaki makas açıldı mı? 

Turnuvaya katılım koşullarının değiştirilmesi ve farklı ülke takımlarının doğrudan katılımının sağlanması ile toplam pazarın büyütülmesi stratejisi makasın açılmasını engellememişe benziyor. Mesela her yıl bir Romanya takımı katılıyor; böylece 25 milyonluk bir nüfus da Şampiyonlar Ligi pazarına dahil edilmiş oluyor.

Buna karşın Şampiyonlar Ligi’nin çeyrek finaline katılan takımları her yıl çok az değişiyor. Bu durumda belli başlı ülkelerin takımları her yıl bütçelerini genişletirken aynı grupta oynadıkları takımların durumu ise içler acısı.

Avrupa’daki ekonomik kriz ilginç şekilde futbolu pek etkilemiyor. Yunanistan hariç diğer ülkelerin krizde olan birinci liglerinde büyük mali krizler yaşanmıyor. Futbol sevgisinin üst seviyede olduğu ülkelerde insanlar futbola ayırdıkları bütçeye çok dokunmama eğilimindeler. Bu da hasılatları ve takım formalı alışverişi düşürmüyor. Avrupa kupaları ve televizyon gelirleri de buna eklenince kulüpler kendi hükümetleri kriz içindeyken bile yüksek maliyetli transferler yapabiliyorlar.

Aslına bakarsanız futbol ekonomisinin kriz ortasında bu derece rahat olması üzerinde ciddiyetle çalışılması gereken bir konu.

Bu yıl Şampiyonlar Ligi’nin de bu doğrultuda yine çeyrek finale kalan takımlarda çok bir değişiklik olmayacak. 

Futbol adına konuşursak, dünyanın en kaliteli futbol organizasyonunun bu kadar heyecansız hale gelmesi futbolun geleceği için ciddi bir uyarı anlamına geliyor.

4 Aralık 2012 Salı

Adam gibi adam Mourinho

Bana sorarsanız dengeleri alt üst eden cevap böyle olur.. Bir de olayın geçtiğimiz hafta sonu olan boyutu var. Takımın çok fazla eleştirilmesi ve derbide protesto olacağına karşın yaptığı o muazzam açıklama ve eylemi...
"Eğer taraftar protesto edecekse, maçtan 40 dakika önce sahada olacağım, beni ıslıklasınlar. Maçta takımı desteklesinler."
Maçtan önce de sahaya çıktı ve duruşunu sergiledi. O yüzden adam gibi adam: José Mário dos Santos Mourinho Félix.

Bu sene zor be!

Geçen sene üç kupanın ardından Milangaz ayrılığı, sonrasında sponsor bulunamaması ve şu an ki durum. Erman Kunter çok iyi niyetiyle elinden geleni yapmaya çalışıyor. Kendisine saygımız sonsuz. Elindeki parayla ancak bu kadar olur. 

Her maç biri parlar umuduyla kurulmuş bir kadro var elde. Bugün Christopher, yarın belki Dasic, belki Markota... Beş numarasız denemeler vs. Sonuç istikrarsız bir takım.

Beşiktaş'ın şansı Euroleague'de CSKA ve Barcelona ile aynı gruba düşmesine rağmen, turnuvanın en kolay grubuna denk gelmesi. Nasıl olur bende bilmiyordum, böyle oluyormuş. Yılların gediklilerinden Anadolu Efes daha top16'yı yeni garantiledi, Fenerbahçe Ülker ise bir sonraki maça bıraktı. Bu bile o kadrolara rağmen garip bir durum bana sorarsanız.

Geçen hafta içinde Daniel Erwing takıma dahil edildi. Artık iki fazla yabancısı var takımın. Her şeye rağmen gerekli transfer geç de olsa geldi. Benim ümidim play-offlardan önce ciddi bir temizlik ve yenileme dönemi. Özellikle Dasiç'ten hiç bir verim alamıyor takım. Bir beş numara şart ve birilerinin Christopher'a bu takımın lideri olması gerektiğini söylemeli. Takımın en yeteneklisi ama kritik anlarda resmen toptan kaçıyor.

Beşiktaş'ın en büyük eksiği takımı yönetebilecek bir lider. Geçen sene Hawkins'in yaptığı kadar olmasa bile ona yaklaşabilecek bir lider bu takımı ateşler. Şu an insiyatifi sadece Jerrells alıyor. Ona destek olabilecek birileri gerekiyor artık. Bu halde takımın kalburüstü takımlarla mücadele edebilmesi gerçekten zor.

30 Kasım 2012 Cuma

Kanoute ve Arkadaşlarından Filistin'e Destek

Filistin'in gözlemci devlet statüsü oylamasının olduğu gün Frederic Kanoute önderliğinde Filistin'e destek yönünde bir bildiri yayınlandı.

Moussa Sow, Issiar Dia, Diomansy Kamara gibi futbolcuların da imzaladığı bildiride 21 yaş altı Avrupa futbol Şampiyonası'nın İsrail'de düzenlenmesini protesto ediyorlar. Zira son Gazze operasyonunda Filistinli genç futbolcular da hayatını kaybetmişti.

Bugüne kadar örneğine çok rastlamadığımız bu olayın bundan sonra daha da yaygınlaşması beklenebilir.

EUROPEAN FOOTBALLERS DECLARE SUPPORT FOR PALESTINE

We, as European football players, express our solidarity with the people of Gaza who are living under siege and denied basic human dignity and freedom. The latest Israeli bombardment of Gaza, resulting in the death of over a hundred civilians, was yet another stain on the world's conscience.

We are informed that on 10 November 2012 the Israeli army bombed a sports stadium in Gaza, resulting in the death of four young people playing football, Mohamed Harara and Ahmed Harara, 16 and 17 years old; Matar Rahman and Ahmed Al Dirdissawi, 18 years old.

We are also informed that since February 2012 two footballers with the club Al Amari, Omar Rowis, 23, and Mohammed Nemer, 22, have been detained in Israel without charge or trial.

It is unacceptable that children are killed while they play football. Israel hosting the UEFA Under-21 European Championship, in these circumstances, will be seen as a reward for actions that are contrary to sporting values.

Despite the recent ceasefire, Palestinians are still forced to endure a desperate existence under occupation, they must be protected by the international community. All people have the right to a life of dignity, freedom and security. We hope that a just settlement will finally emerge.

 Açıklama ve imza atan futbolcular için tıklayınız.


28 Kasım 2012 Çarşamba

Olması gereken oldu

Hatırlarsınız geçen hafta Nordsjaelland'in evinde Shakhtar Donetsk'e farklı yenildiği maçta Luis Adriano inanılmaz çirkin, iğrenç bir olaya imza atmıştı. Willian'ın rakip yarı sahaya, centilmenlik yapıp karşı takıma attığı topu kovalıyıp golü atmıştı. Herkesin basireti bağlanıp izlemişti. Nordsjaellandlı oyuncuların yoğun itirazı ve tepkisi vardı. İtirazdan öte bu rezilliğe tepkiydi. Kuzeyli olmalarından dolayı fazla soğukkanlı kaldılar diyebilirim. Ben bile oturduğum yerde çılgına dönmüştüm. Asıl kızdığım durum ise Lucescu'nun oyuncusuna karşı hiç bir tepki vermeyişi oldu. Yukarda adalet varya işte adamlar çatır çatır oynadı ve bir dakika sonra kendi hakları ile golü attılar. 

İşte o maçın UEFA tarafından açıklaması yapıldı dün ve olması gerektiği gibi Luis Adriano maç cezası aldı. Juventus maçında sahada olamayacak. Bana sorarsanız az bir maçlık ceza. Fair Play'in bu kadar önem verildiği dönemlerde bu iğrençliklere mani olmak için daha caydırıcı olabilirler. Önemli olan futbolcuların sahada attığı goller, çalımlar değil kişilikleridir. 

27 Kasım 2012 Salı

Dünyanın sonu geliyor dedik ya..

Malumunuz Maya takvimine göre 21 Aralık 2012'de dünyanın sonu geliyor. Aslında Mayalara kalmadan bu işi son bir haftada olanlarla da anlayabiliriz. Kimse kusura bakmasın ama takoz, balta, kalas diye lakaplar takabileceğimiz oyuncu statüsüne uyan Bekir ve Servet'ten inanılması güç, rüya gibi goller izledik. Şans dersiniz, daha olmaz dersiniz ama oldu. Servet'in ilk çalımındaki soğukkanlılık ve dokunuş cidden inanılması zor ama asla şansa yapılmış bir şey değil. Gol olabilir, ama oraya kadar güzel geliyor. Bekir'in golünde ayağının yanına çarpıyor köşeye gidiyor diyebilirsiniz, ama sonuçta adam inandı ve denedi.

Bu iki gol arasında Melo'nun penaltı kurtarması da tuzu biberi. Aslında bu manzarayı Petriç ile zamanında görmüştük. Son dakikada penaltı kurtarıp, turu getirmiş kahraman kaleci / oyuncu rolünü Melo çalmış oldu ondan ve galibiyeti getirdi. Yok çizgide durmamış, yok bir metre öndeymiş filan.. Bunlar boş konuşmalar maalesef ki. Kaleciler durmuyor da tekrarlanmıyor Melo durmamış da ne olmuş? Hakemlerin dikkat etmesi fakat çok fazla dikkat ettiği bir şey değil zaten.

Diyeceğim odur ki zaten dünyanın sonu geliyor, bırakın bunlar olsun. Futbolun güzelliği bu değil mi?..

Melo the Goalkeeper


Altyazı şöyleydi:

“Galatasaray Elazığspor deplasmanından 1-0’lık galibiyetle döndü. Melo penaltı kurtardı.”

Mekana beraber oturduklarım “nasıl yani?“ bakışlarına bürünürken ben usulca içkimi yudumluyordum. Hayır çok içmemiştim ve Melo’nun penaltı kurtarmasına şaşırmadım.

Melo ile ilgili bir konuşmanın en az yüzde 50’si futbol tekniğinin dışına çıkıyor. Saha içindeki agresifliği, hırsı, taraftar ile olan iletişimi ve elektriği onu farklı bir futbolcu yapıyor. 

Futbolseverler bu oyundan aldıkları zevkin futbolcuların tarafından alınmadığı bir çağda yaşadıklarının farkında. Profesyonel ve endüstriyel futboldafutbolcular bu işin business olduğunu açıkça dile getiriyor; hatta denilebilir ki futbola farklı bir anlam yükleyen futbolculara garip gözle bakılıyor.

Böylesi bir dönemde İtalya’da aradığını bulamayan Melo Türkiye’de kendini buldu. Oynadığı oyunla değil, bazen göze hoş gelen hırsı bazen taraflı tarafsız herkesi çileden çıkaran agresifliği ile seyirciye kendisi sokakta veya halı sahada oynarken aldığı duyguyu anımsatan Melo daha çok penaltı kurtarır, gol atar, kırmızı kart görür, olay çıkartır.