27 Ağustos 2013 Salı

Taraftar mıyız? Seyirci mi?


Dün Karadeniz derbisinin 40. dk civarlarında hem alıştığımız hem alışmadığımız bir olay yaşandı. Volkan Şen zamanında çoğu futbolcu gibi tribünde birileriyle sözlü tartıştı. Üstüne de yabancı madde fırlatılınca ağlayarak sahayı terk etti. Hakem dahi bir sürü oyuncu kendisini ikna edemedi. Bana garip gelen ki görmedim mi acaba dedim ama takımın kaptanı yanına gelmedi...

Maçtan sonra Trabzonspor teknik direktörü Mustafa Akçay çok güzel noktalara değindi. Parasını verip maça gelen kişi memnun kalmadığı performansa nasıl tepki göstermeli? Ve futbolcular sırf para alıyor diye işçi değil sanılmasın. Artık sıra takım arkadaşını koruma göreviyle futbolcular ve teknik heyet de.

Peki bunu yapan adamın psikoloji nedir? Bu kişi taraftar mı? Yoksa seyirci mi? Çünkü ikisi arasında çok fark var. Biri oraya gittiği zaman ne olursa olsun takımına destek verip, iyi gün kötü gün ayırmazken, diğeri hep iyi şeyler görmek ister. Paramı verdim şovumu gösterin bana mantığı. İki maç kötü oynadı diye empati özürlüsü olmanın manası yok. Son dönemde psikolojik sorunlar yaşayıp, yaşamadığı bilmeden gencecik insanlara bu kadar yüklenmesi çok ağır ve saygısızca bir düşünce. Bir de üstüne ben yaptım diye göğsünü germesi cidden içler acısı.

Dün bu yazıyı yazıyor olsaydım çok daha ağır bir dille yazıyor olurdum. Bazı şeylere insanın içi parçalanıyor. Kendisini her şeyden, herkesten büyük görüyor olmak insanı insan yapmaz. Trabzonspor'un gerçek taraftarına büyük iş düşüyor. Volkan'ı desteklemeli ve kendini bilmez taraftar olamayan seyircinin kendilerinin üzerine çıkmasına izin vermemeli.

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Bir transfer anatomisi: Satsam mı? Satmasam mı?


Bu yazıyı bir Tottenham Hotspur taraftarı olarak yazdığım için biraz duygusal yazıyor olacağım.*

Şu an yaşadıklarımız geçen senenin bir kopyası gibi. Antremanlara ve hazırlık maçlarına çıkmayan bir Modric vardı. Real Madrid aldı, alacak derken Spurs güzel bir miktara sattı Modric’i. Transferin son gününde de o paraya Lloris, Dembele ve Dempsey’i renklerine bağladı. Şu anda da Bale transferindeki fırtına öncesi sessizlik modunun da sebebi bu diye düşünüyorum. Antremanlara çıkmadığı ve gitmek istediği iddia ediliyor Bale’nin. El sıkışıldı, fakat resmileşmedi. Sebebi belki de Spurs’un paraya kimleri alabiliriz diye hızlı çalışmaları olabilir. Veya Boas’ın inatla satılmasını istememesi de olabilir. Bana soracak olursanız da Bale gitmesin. Atarlı bir taraftar gibi yorum da yapabilirim: Gidip ne yapacak?

Gonzalo Higuain’in de gidişine kadar Real Madrid ikinci bir Ronaldo’yu alıp ne yapacak diye düşünüyordum. Bale de Ronaldo da sol ağırlıklı serbest oyuncular. Skoru değiştiren ve takımlarının en etkili silahları. Bale’nin Madrid’e gitmesi ile aynı pozisyonda oynayan iki kişi olacaklar. Şimdiden cevaplayayım, bu FM değil, Bale sağ açık oynamaz, oynamak istemez. Orada tutamazsınız o adamı. Değişmeli de olmaz. Olabilecek tek şey Ronaldo veya Bale’den birinin forvet oynaması. İşte bu noktada Higuain’in gidişi ile bu netleşti. Ancelotti muhtemelen ikisini bir arada oynatacak ileri üçlü sistemi oluşturmuş kafasında ki kadroda yer bulamayacağını anlayan Higuain’e de gitme demedi.

Bir de maliyet boyutu var bu transferin. Anlaşılan rakamlara bakılırsa Bale’nin Los Galacticos’a maliyeti aşağı yukarı 200 milyon poundu bulacaktı ki son anda Perez’in 100 milyon Euro açıklaması geldi. Spurs başkanı hala daha fazlasını istiyor. Bale ise teklif gelen takım Real Madrid olunca gitmek istiyor. Benim anlamadığım şey ise geçen sezonun sonunda da bu dedikodular vardı ve Bale kesinlikle takımdan ayrılmak istemediğini belirtmişti. Hatta Boas’ı çok sevdiğini, onunla çalışmaktan büyük zevk aldığını söylemişti. Bir de üzerine yeni doğan çocuğunun ismini de Alba Violet koyunca benimde içim rahatlamıştı.

Bir COYS taraftarı olarak ben Bale’nin gitmesini tabi ki istemiyorum. Olaylara hep duygusal boyuttan bakmışımdır. Günümüz futbolunda para çok önemli, evet, bununla birlikte Bale’nin Spurs’a bir şans daha vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sene çok daha oturaklı bir takım sahada olacak ve Bale’nin bu takımdaki yeri tartışılmaz. Real Madrid’e gidip Ronaldo’nun gölgesi altında kalmaktansa Tottenham’da hala kahraman ve esas yıldız olmak ve dilediği oyunu oynama şansı var. Bu durumda iken oraya giderse bu aşırı özgüvenini kaybetme şansı bile olabilir.

Günümüz futbolunda bu duygusal düşüncelere yer olmadığı için çok büyük ihtimal bu sezon Bale Real Madrid forması giyecek ve senenin en büyük transferi olacak. Real Madrid’e çok uzun yıllardır (Zidane’den sonraki dönem) sempati duymadığım için de oraya gitmesini istemem. Hani hiç olmadı gidecekse Giggs’in veliahtı olarak Manchester United’a gitsin, bir ekol devam etsin isterim. Tabi bu da günümüz futboluna uymayan bir düşünce.

Not: Ben bu yazıyı yazdıktan sonra teklif 104m Euro + Fábio Coentrão şeklinde revize oldu. Spurs başkanı Daniel Levy anladığımız kadarıyla 120 m Euro istiyor bu transfer için. Real Madrid yönetimi ise bu ücreti düşürme derdinde.

*XYZ Dergi bloguna yazdığım bu haftaki yazı...

15 Ağustos 2013 Perşembe

Kralın Yükselişi


Dün gece oynanan İngiltere - İskoçya maçını İngiltere 3-2 kazandı ve galibiyet golünü getiren isim birçok insanın belki adını ilk kez duyduğu Rickie Lambert'ti. 2006 yılından beri Southampton takımına duyduğum sempatiden dolayı sürekli takip ediyorum. Southampton'ın sırasıyla Lig 2, Lig 1'de şampiyon olması ve Championship'te ikinci olarak Premier Lig'e çıkmasının baş mimarıdır Rickie Lambert. Kısa bir süre öncesine kadar "31 yaşında, milli deneyimi yok, alt lig golcüsü" olarak nitelendirilerek milli takıma alınmayan Lambert'in Lig 2'den milli takıma uzanan 4 sezonluk hikayesini kısaca anlatacağım.

Geçmişine bakıldığı zaman tipik bir "alt lig golcüsü" olarak göze çarpıyordu. Genel kanı, premier lig gibi üst düzey bir platformda başarılı olamayacağı yönündeydi. 2008-2009 sezonunda Bristol Rovers formasıyla 45 maçta 29 gol atarak dikkatleri üzerine çekti. Newcastle, Everton gibi birkaç Premier Lig kulübü kendisini istese de kulübü B. Rovers gitmesine izin vermedi. Nedendir bilinmez ertesi sezon sadece 1 maçta forma giydi ve yine golünü attı. Yönetimle arası açık olan Lambert ertesi sezon bir başka Lig 1 ekibi Southampton'a transfer oldu, özellikle Lig 2 şampiyonu takımın hocası Nigel Adkins kendisini ısrarla istiyordu.

Nitekim 2009-2010 sezonu bittiğinde Lambert, Soton formasıyla çıktığı 58 maçta 36 gol atarak İngiltere liglerinin o sezon en çok gol atan oyuncusu ünvanıyla rekor kırıyor ancak takımını Championship'e taşıyamıyordu. Ancak Lambert'e yine bir premier lig takımından teklif gelmemişti. Championship takımları ise adeta sıraya girmişti. Bristol Rovers'ta bir yıl oynadığı sezondan sonra girdiği bunalımdan kendisini kurtardığı için, Championship takımlarını reddederek Nigel Adkins'le devam etme kararı aldı ve 2010-2011 sezonunda 45 maçta 21 gol atarak takımının Lig 1 şampiyonu olarak Championship'e çıkmasını sağladı.

Southampton ve Lambert için bu sefer hedef Premier Lig'ti. Kötü başlayan sezonun ardından toparlayan Soton, sezonu West Ham'ın ardından ikinci bitirerek doğrudan Premier Lig'e yükselmişti. Rickie Lambert ise yine üzerine düşeni yaparak 42 maçta 27 golle Championship gol kralı oluyordu. Artık Premier Lig takımlarının dikkatini iyice çekmiş ve teklifler almaya başlamıştı. Southampton'dan daha iyi bir takımdan teklif almadığı için gitmeyi düşünmediğini söyleyerek Nigel Adkins ve Soton'a bağlılığını gösterdi.

Kendisi için "yaşlı, premier lig'te alt liglerdeki gibi gol atamaz, silinir gider" yakıştırmaları yapılıyordu ancak Lambert forma giydiği 38 maçta 15 kez ağları sarsarak yine ne kadar kaliteli bir golcü olduğunu herkese kanıtladı. Ve sonunda beklenen oldu, Lambert dün gece İskoçya'yla oynanan hazırlık maçında milli takım kadrosuna alındı. İngiltere'nin 2 kez geriye düştüğü maçta, oyuna girdikten 2 dakika sonra galibiyeti getiren golü atan isim Rickie Lambert'ti.

Lambert, adam eksiltme, frikik kullanabilme, kafa vuruşu ve top saklama gibi üst düzey özelliklere sahip komple bir oyuncu. Bugüne kadar milli takımda denenmemesi bile İngiltere için büyük talihsizlik, bu yazıyı okuduktan sonra biraz daha dikkatli izleyecek ve bana hak vereceksiniz.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Neden 47 bilet satıldı?

Dün Türkiye - Gana maçına sadece 47 bilet satıldığını öğrendik. Peki nedenini sorguladık mı? Neden insanlar milli takımlarının maçına ilgi göstermiyor irdeledik mi?

Bence asıl düşünmesi gerekenler düşünmedi, sadece insanlara ilgi göstermedikleri için laf ediyorlardır. Aslında en görünen sebebi milli takımın heyecan vermemesi. Brezilya'ya gidemiyor olmamızın dışında umut yok sahada. Abdullah Avcı'yı çok severim ve başarılı olmasını çok isterim. Bununla birlikte kendisi hep bir kolej takımı havası oluşturmuştur. Alt milli takımlarda da İBB'de de bu hava vardı hep. Lakin milli takımda bu pek mümkün değil. Karışanı çok, beklentisi çok. Bir iki başarısız sonuçtan sonra hemen üstünüze çöker sevgili çok bilmiş basınımız. Sabır denen şeyden yoksundurlar malum.

İkinci sebebi ise maçın Atatürk Olimpiyat Stadı'nda olması. Yani hazırlık maçını bir hata yaptın İstanbul'a aldın da neden o Olimpiyat'ta oynatıyorsun? İyi ki metro yapıldı arkadaş. Zaten en başından İstanbul'da olması saçma. Bu tip maçları Anadolu'ya alacaksın. Anadolu insan İstanbul insanından her zaman daha çok ilgi gösterir.Her zaman göremedikleri bir takımı severek izlerler.

Üçüncü bir sebebi ise milli takımın Dünya Kupası üçüncüsü olduğumuzdan beri farklı bir boyuta taşınması. Çok fazla siyasi bir hal aldı olay. Milli takım teknik direktörü olmak cidden zor bir şey. Üzerinizdeki baskı ve takım içindeki gruplaşma senelerdir hat safhada. Antremanlardaki görüntüleri pek inanmıyorum. Klüp takımlarında fırtına gibi esen futbolcular, o formayı giyince kayıplarda resmen. Bu durumdaki bir milli takımı da kimse izlemek istemez.


13 Ağustos 2013 Salı

Türkiye'deki maç saatleri sıkıntısı

Beşiktaş - Trabzonspor maçı ile artık bunu dışa vurma vakti geldiğini düşünüyorum. Atatürk Olimpiyat Stadı'nda 21:45'e maç alınırsa tepki büyük olur haliyle. Maç bitiminden sonra metro muhtemelen kapalı olacak ki özel bir anlaşma varsa ancak açık olabilir. İstanbul'un bir ucundan binlerce insan nasıl geri dönecek çok merak ediyorum. Açıkçası ben maça gitsem, oradan eve dönmem rahat ikiyi bulur. Bunun sonrasında iş var, güç var.

Bu durum sadece Beşiktaş - Trabzon maçı ile ilgili de değil. Genel anlamda maç saatlerimizde sıkıntı var. Yayın sebebiyle illa bir günlere yayılma durumu zorunluluğu da oluyor.

İngilizler işi bilmiyor sanırsam ki bizim süper kupamıza denk gelen Community Shield kupasını öğleden sonra oynatıyorlar. Almanya, İtalya, Arjantin ve İngiltere'de bir çok maç ki buna büyük takımlarda dahil öğleden sonra oynatılıyor. Sebebi basit: Tek bir maç ile bütün akşamları heba olmasın, gündüz oynansın ki akşam planlarına devam edebilsinler. Bir tek İspanya'da baya geç oynanır maçlar. Onlarda zaten aşırı rahat insanlar oldukları için az uyudum, uykusuz kaldım, işe geç kaldım derdi olmaz. Zaten çalışma saatleri bizimkinden daha geç başlar.

Bizde ise tam tersi. Genelde akşamlarımızda pek sosyal hayatımız yokmuş gibi davranılır ve bir maç ile komple kapatılır. Baya bir süredir gündüz maç uygulamasına ihtiyacı var bu ülkenin. Ama işte yayıncı kuruluşun da pek hoşuna gitmiyor olabilir bu durum. Sonuçta akşam reytingleri ile gündüz reytingleri bir olmaz pek. Ayrıca şu da var ki gündüz maçlarına insanlar daha çok aileleri ile de gidebilir duruma gelecektir. Bir de şu "Bizim çocuklar gündüz maçlarına alışkın değil." muhabbeti efsanedir. Nasıl bahane ise...