26 Nisan 2013 Cuma

Daha konuşmak için erken...


1975-76 sezonunda Real Madrid, Derby Country'e ilk maçı 4-1 kaybetmesine rağmen rövanşı 5-1 kazanarak turu geçmiş. Benfice ile Fenerbahçe arasında da tersten bir skor benzerliği olmasın diye ummak lazım. Benfica ilk maçı 7-0 kazanmış, İstanbul'da ise Fenerbahçe 1-0 kazanmış.

İlk maç skorları aldatıcı olabilir ama sahadaki oyun gerçek mesajı da verebilir. Enteresan bir ikilem aslında. Dün oynana maçta daha önce takımına zarar vererek yalnız bırakan seyirci görevini sonuna kadar en iyi şekilde yaptı. Seyircinin baskısıyla dumura uğrayan Benfica'ya oynadığı oyunla da Fenerbahçe sahayı dar etti. Futbolun tanrıları Fenerbahçe'nin yanında olsaydı skor çok farklı olurdu. Benfica ciddi anlamda ucuz kurtuldu diyebiliriz. Bizim için kötü senaryoda Benfica turu geçerse gerçekten çok yazık olur.


Kaçırdığı penaltıdan sonra belli ki göz yaşlarını tutamamış Baroni. Maç böyle bitmeseydi gerçekten yazık olacaktı Baroni'ye. Aykut Kocaman'da çıkarken alacağı alkışlardan morali gelir diye maç bitmeden oyundan aldı kendisini. Güzel düşünülmüş bir hareketti. 

Benitez de tam bir turnuva hocası olduğunu gösterdi. İngiliz klüpleri Avrupa Ligi'ni veya UEFA Kupalarını pek sallamazlar. Eskiden kazanmışlıkları var lakin istisnalar da kaideyi bozmaz. Chelsea finalde gerçekten zor bir rakip olacak. Bununla birlikte finalde kimse normal oyununu pek oynayamaz. Gergin bir ortamda her şey olabilir. Aykut Kocaman takımını iyi motive ediyor, umarız finale çıkar bizde onları yazarız.

Şampiyonlar Ligi'ne gelirsek, Barcelona'daki düşüşe karşılık Bayern Münih'in şampiyonluk ve kupa finali moralleri ve bu sene o kupa Münih'e gelecek ısrarının yansıması maçın skoru. Bana Barcelona artık doymuş gibi gelmeye başladı. Altyapıdaki oyuncuları da fazla abartıp, iyice güvenmeleri ve bu oyuncuların büyük maç tecrübesizliğinin de etkisi var. Daha önce Milan'a işleyen futbol ve hırs bakalım Bayern Münih'e işleyecek mi? 

Bayern Münih bir ara var olan stratejisini, altyapısını unutarak ve hırsına yenik düşerek değiştirdi. Son iki senede meyvesini veren eskiye dönüş sabrın sonucudur. Dortmund gibi ekstra işler yapan bir takım çıkmasaydı daha önceden de karşılığını alırlardı. Aynı kafadaki Dortmund daha önce bu işlere girdiği için daha önce sivrildi. Bayern Münih'in Almanya'daki diğer takımlara olan en büyük avantajı ise her Alman futbolcunun hayali orada oynamak. Bizdeki gibi üç büyükte oynayınca amaçlarıan ulaşmış olmuyorlar. Hatta Avrupa'daki tekliflerden bile önemli Bayern'de oynamak. Neuer ve Götze örnekleri bunun en büyük göstergelerinden.

Borussia Dortmund 4-1'lik galibiyete sığınmadan oynaması gerekiyor rövanşı. Yazının başında verdiğim örnek ve yakın zamanda da Deportivo - Milan maçı bizim için en büyük örnekler. Neyseki başlarında Jürgen Klopp var da pek terslik olacağını sanmıyorum. İki Alman takımının İspanyol hegemonyasına son vermeleri çok iyi oldu. Mourinho gibi bir teknik adamın takımının bu hezimete uğraması orada mutlu olmadığındandır. Chelsea ile son sezonunda da aynı durum vardı. Hoş Galatasaray maçı da Almanlar için bir mesaj olmuştur. 


Basel - Chelsea maçı dışındaki skorlar hep ev sahiplerinin lehine olduğundan şunu rahatlıla söyleyebiliriz ki uzun zaman sonra seyirci desteği ev sahibini ateşlerken, konuk ekibi de baskı altına aldı. Biz hep kendi seyircimizi överiz ama Almanlar gerçekten inanılmazdı. Hele ki Dortmundlu oyuncuların maç sonunda oturup taraftarlarını izlemesi çok güzel bir görüntü idi. Şimdi sıra sizi izlemekte der gibi kurulan empati, saygı ve bütünlük tam olması gerektiği gibi. Bir takımın oyuncularının seyircilerine saygısını en güzel gösterme biçimi.

Şu üç gün gerçekten futbola doyduk. Dün Fenerbahçe ile gelen mutlu sonuç bugün Anadolu Efes ile de gelirse gerçekten süper olacak. Çok zor bir deplasman Pire ama neden olmasın?


20 Nisan 2013 Cumartesi

Dortmund'un yeni yıldızı.


İspanya ve İngiltere takımlarını görmeye alıştığımız avrupa arenasında uzun süredir görmediğimiz Bayern München ve Borussia Dortmund  bu sezon Şampiyonlar Liginde yarı finale kadar yükseldiler. Almanların uzun süredir planlamış oldukları altyapı ve futbolcu yetiştirme programlarının meyvesini yavaş yavaş toplamaya başladıkları aşikar.  Alman Milli takımında gördüğümüz bu değişim kulüp takımları seviyesinde de kendini göstermeye başladı ve başlıca öncüsü de Borussia Dortmund.

İngiltere basınında çıkan haberlere göre Tottenham ve Real Madrid'in İlkay Gündoğan ile yakından ilgilendikleri yönünde fakat genç oyuncunun bu dedikodulardan sonra yaptığı  açıklama ise "Herkesin çocukluk hayali İngiltere ve İspanya liginde oynamaktır fakat ben gelecek sezon da Dortmund'da kalacağım" şeklinde.

Jürgen Klopp'ün bu sene ki kadrosuna sadık kalacağı ve takviye futbolcu düşünmediği yorumları, Borussia Dortmund'un eski günlerindeki gibi avrupa arenasında istikrarlı başarılara imza atacaklarını gösteriyor.

19 Nisan 2013 Cuma

Ziraat Türkiye Kupası Reklam Filmi


Bir Topun Peşinde blogunu açtığımdan beri bas bas bağırdığımız, anlatmak istediklerimi ve artık birilerinin bir şeyler yapması gerektiğinden bahsediyordum. İşte bunu Ziraat Bankası sponsoru olduğu Türkiye Kupası için yaptığı reklam filmi gerçekten süper olmuş. Yapanların ve düşünenlerin akıllarına, ellerine sağlık. 

Olimpiyat Oyunlarını Hak Ediyor muyuz?

2020 Olimpiyat Oyunlarını kimin düzenleyeceği 7 Eylül 2013’te açıklanacak. İstanbulumuz yine yeniden aday ve bu sefer iddialı. Bu noktada diğer teknik imkanları bir kenara koyarak olimpiyatları hak edip hak etmediğimizi sorgulamak istiyorum.

Şike, sporda şiddet, mafyatik ilişkiler vb. yüzünden sporda sicilimiz hiç de temiz değil. Ama burada üzerinde duracağım bu da değil. Biz gerçekten spora ve sporun zirve organizasyonu Olimpiyat Oyunlarına nasıl bakıyoruz?

Olimpiyat Oyunları ülkeler arasındaki madalya mücadelesi kadar olimpiyat ruhunun da öne çıktığı bir organizasyon. Sporun insan hayatındaki yeri ve bizlere kendisini bu kadar sevdirmesi sadece sonuç değil insan yaşamından yansıttığı kesitler sayesindedir.

Ama biz işi çevirip sporu alelade rakamsal bir olaymış gibi algılıyor ve bunu normal karşılıyoruz.

Olimpiyatlara giden kafileye “madalyasız dönmeyin”, “haydi aslanlar gösterin günlerini” temalı manşetler atıyor ve olimpiyat ruhuyla ilgili kayda değer bir şey söylemiyoruz; ve buna spor yöneticileri de dahil.

2020’ye bulduğumuz slogan:

“Haydi İstanbul, Dünya Olimpiyat görsün!!!”

Üzülerek bu ülkeyi ve İstanbul’u çok seven biri olarak olimpiyatları hak ettiğimizi söyleyemeyeceğim. Benim gibi düşünenler bunun için bir kampanya başlatmış bile: Blockİstanbul.

Sporda başarı sadece skor ve tesisler ile olmuyor, onu hayatımızın ta içine koyarak oluyor.
 
Pek çok kişi gibi ben de Tokyo’nun evsahibi olacağını düşünüyorum. Sonuç açıklandıktan sonra yine bir nefret dalgası olacaktır. Sonrasında ise gözümüzü 2024’e çeviririz nasılsa.
 

16 Nisan 2013 Salı

Küçük Dokunuşlar...

Bu hafta yine yoğun bir maç temposuyla geçti ve bir çok güzel maçın yanında sıkıcı maçları da izlemek zorunda kaldık. Esasında bu yazıyı Pazar günü yazmayı planlıyordum ama özellikle TSL'de haftanın son maçı olan Beşiktaş - Antalya maçından da konuya uygun bir ekmek çıkabileceğini düşünmüştüm. Nitekim beklentilerimde yanılmadım ve o küçük dokunuş Beşiktaş maçına da değerek seyri değiştirmeyi başardı. Sanıyorum girişi de buradan yapsak sıkıntı çıkarmış olmayız.


Sezon başında Beşiktaş Futbol Şubesi'ni kökten değiştirip, Dortmund ve Arsenal'in yapılanmalarının baz alarak çalışmaya başlayan İbrahim Altınsay kulübe çok önemli bir liste vermişti. Avrupa'da ve Türkiye'de bir çok gelecek vaat eden yıldızı içeren bu listenin yarısını almak bile onun planlarında Beşiktaş'ın en yokluk içindeki haliyle birlikte mümkün olarak gözüküyordu, en azından bu onu hedefliyordu. İşe erken koyuldu. Bonservissiz olarak Dortmund altyapısında yetişmiş Mehmet Akgün, eski tip İtalyan stoperlerini andıran fiziği, oyun görüşü ve tekniğiyle geleceğe göz kırpan Berat Çetinkaya ve AZ Alkmaar altyapısından sonra Arsenal altyapısının da kokusunu ciğerlerine çekmiş Oğuzhan Özyakup... Bu üç ismin kulübe maliyetinin sadece 1.3 milyon euro civarında olduğunu biliyor muydunuz? Ardı gelecekti; özellikle Salih Uçan, Soner Aydoğdu ve Emre Güral'ın alınmasını çok isteyen Altınsay, teknik direktör olarak Van Gaal, Bilic, Ragnick gibi isimlerle de prensipte anlaşmayı başarmıştı ama yönetim içindeki iş güzarların sürekli sorun çıkartması ve kendi adaylarını lobileşerek ortaya koymasıyla işi çıkmaza sürüklemişlerdi. Nitekim Altınsay'da bu iş sizle olmaz diyip istifasını masaya koymuş ve Fikret Orman bu istifayı kabul etmemiş olsa bile geri dönüş yapmayarak kulüp ile, kendi değimiyle bu yönetim ile bağlarını tamamen koparmıştı.

Bu dönemin ardından gelen Samet Aybaba her ne kadar gençlere yaptığı yatırımlar ile biliniyor olsa da Altınsay'ın hazırlığı listeyi çöpe atmıştı ve kendi izlediği oyuncuları takıma katmaya çalışmıştı. Altınsay döneminde izlenilen ve prensipte anlaşılan bir çok futbolcuyla da irtibatı kesen veya Altınsay gibi transferi bitiremeyen Samet Aybaba takımı son olarak hırsını onun transferlerinden çıkarmayı hedeflemişti. Nitekim ilk hamle sessiz sedasız bir şekilde kulüpte Ersan Gülüm'ün bıraktığı etkinin 2-3 katını bırakabilecek potansiyeli olan bir ismin başına geldi ve Berat Çetinkaya kulüpten gönderilmek istendi. Fikret Orman'ın baskılarıyla sadece kiralık olarak gönderilmiş olsa da bilinen gerçek onun bonservisiyle yollanmak istenmesiydi. Mehmet Akgün'e talip arandı ama daha yeni bonservissiz Beşiktaş'a imza atmış birine kulüp bulunamadı. A2'nin değişilmezi oldu. Son olarak hedef Oğuzhan'dı ama Arsenal'den gelen çocuk ünvanı onu kavgaya gelen üst sınıf abileri gibi koruyordu.

Artık bilinen bir gerçek olan Volkan Şen'e karşılık Bursa'ya yapılan takas teklifi, Bursa'nın izleme ekibinin Oğuzhan'ı istememesi ile yatmış olsa da bunu içine sindiremeyen Samet Aybaba'nın onu sebepsiz bir şekilde kadro dışına itmesine mani olamadı. Veli ve Necip'in aynı anda sakatlandığı anda zoraki olarak sahaya sürülmek zorunda kalan Oğuzhan şansını iyi değerlendirince de yaptığı prim onun sürekli oynamasına sebep oldu. Artık kendi elinde bir koz vardı ama Samet Aybaba bunu kabullenemedi. Her fırsatta Oğuzhan'ın özel hayatına medya karşısında sataşmalar, çalışmıyor demeler, ünlü video da olduğu gibi "kafalı ama amele olmak istiyor" tarzı benzetmeleri ile yıpratmaya çalışmaları... Sonunda oldu ve Oğuzhan formdan düştü. Akbabalar bunu bekliyordu ve bu sefer kadro dışı olmasa da onu kulübeye bağladılar. Orada da suyu verilmeyince çürümeye başladı.


Antalya maçının ilk 45 dakikası rezalet, sıkıcı ve futbol adına hiçbir şeyi içermeyen bir şekilde geçti desek abartmış olmayız. Beşiktaş çıktığı 11 ile maçı kazanmayı değil günü kurtarmayı hedeflediğini çok iyi anlayabiliyorduk. Samet Aybaba kontradan falan bulunabilecek bir golle bunu başarabileceğini düşünmüş olsa gerek ama evdeki hesap çarşıya uymayınca geri vitesin allahını yapar ve Oğuzhan'ı oyuna alır.

55. dakika da oyuna giren Oğuzhan 57. dakika yaptığı harika koşu, tempoyu ayarlayışı ve araya bıraktığı harika pas ile Olcay'ı tek avantajlı konuma getirerek takımın 1-0 öne geçmesine ön ayak olur. 2 dakika da oyunun seyri bir anda değişmiştir. Beşiktaş golünde etkisiyle çoşkusunu tekrar yakalamıştır. Ama en önemlisi Fernandes ile birlikte sağlı sollu her türlü atağı organize eden Oğuzhan, oyuna girdikten sonra yarattığı fark ile Beşiktaş'ın oyuna hemen hemen mutlak hakim olmasını sağladı.

Kurt hoca Samet Aybaba ise ilk yarı yaptıkları katı savunmanın planlı olduğunu ve ikinci yarı Oğuzhan'ı oyuna sokarak bunları ön gördüğünü söyledi. Kazanılan maçtan kendine büyük bir pay çıkardı. Her zaman olduğu gibi...




11.04.2013... Roma Olimpiyat Stadı'nda Fenerbahçe'yi konuk eden Lazio'nun teknik direktörü Petkovic her ne kadar şanslarının %50'nin altında olduğunu söylemiş olsa da takım pes etmeye niyetli değildir. Fenerbahçe kontrollü oyunu tercih eder ama üstünlük Lazio'dadır. Akın akın gelişen Lazio ataklarının neredeyse tamamı orta sahada gerçekleşmektedir ve yine atağa çıkmaya çalışan Fenerbahçe'nin bütün atakları da orta sahada bir anda sona ermektedir. İlahlar oraya kamp mı kurmuştu?

Altınsay sonrası Beşiktaş'ın transfer hedefleri tamamen ters bir istikamete gitmiş olsa da aynı giden tek bir şey vardı. Bucaspor'un kapısını çalan Beşiktaş yöneticileri Salih Uçan için 750.000 euroyu anında verebileceklerini söylerler fakat Bucaspor yetkilileri ellerindeki cevheri bildiklerinden ötürü en az 1.5 milyon euro istemektedirler. Beşiktaşlılar gider gelir, fiyat biraz arttırılır falan ama anlaşılamaz. Anlaşılamamasının sebebi ise Rubin Kazan başta olmak üzere bir çok kulübün onun için Buca kapısına dayanmış olmasıdır. Fakat hepsi 1.5 milyonu fazla bulmaktadır. Lakin biri çıkar, masaya koyduğu 1.5 milyon euro ve İstanbul'a doğru yol alacak bir uçağın biletiyle ona yepyeni bir kapı açar. Salih Uçan artık Fenerbahçe'nin resmi oyuncusudur.

Her ne kadar Salih önceleri Fenerbahçe taraftarı tarafından da bilinmiyor ve desteklenmiyor olsa da aldığı çok kısa süreleri çok iyi değerlendiren Salih bir anda göze girmeyi başarır. Bu sefer destek tam terse dönmüştür. Aykut Kocaman'ın Salih'i oynatmıyor olmasına sitem eden Fenerbahçelilerin sayısı az değildir. Kocaman her seferinde ise bekleyin, daha hazır değil der. Başlarda kimse buna inanmaz ama zamanla bunun bir gerçek olduğu belli olur. Nitekim burada konuştuğumuz kişi 18 yaşında bir çocuktur ve 1. lig seviyesinde ilk defa forma giyecektir. Gücü yetmez, ayakları titrer ama görevini en iyi şekilde yapar.

Düzenli halı saha takımındaki eksiklik nedeniyle kadro tamamlamak için çağırılan güvenilir arkadaş gibi yüksek özgüven, hırs ve sorumluluk duygusuyla hareket etmesi hatalar yapıyor olsa da onun daha çok sevilmesine ve güvenilmesine yol açar. Nitekim artık o geleceğin yıldız adaylarından biridir. Oğuzhan ile birlikte Türkiye'nin geleceği olarak adlandırılmaya başlanmıştır.

11 Nisan günü Roma'da orta sahanın dirençsizliği artık bardağın dolup taşmasına sebep olmuştu. Küçük Prens Baroni'nin yine sahada iki kişilik yürüyor olması ve ne defansta ne de hücumda önemli katkısının olmaması sabırların taşmasına sebep oluyordu. Üstüne üstlük Lazio'nun tam takım bindirmesiyle birlikte 1-0'lık skoru yakalaması, olası bir gol ile maçın uzatmaya gidecek olmasından ötürü daha da hırslanmalarıyla birlikte ileri çıkmaları Fenerbahçe'nin müthiş kontralar yakalamasına sebep oluyordu. Kontra şansı diyelim aslında çünkü her kontra başlangıcında top resmen sihirli bir şekilde Baroni'nin ayağına geliyor ve atak bir şekilde slow motiona geçerek zamanla duruyordu, yok oluyordu. Baroni lakaplarından biri olan "Atak Durduran"ı ne kadar çok hak ettiğini resmen kanıtlıyordu.


Sabır taşı 73'te taştı. Baroni oyundan alındı ve Salih Uçan oyuna girdi. Top Fenerbahçe'deydi, Salih koştu ve pasını verdi. Pasını verip Baroni gibi kaçmadı, hemen sete girdi ve top ayağına bir kez daha geldi. Ekstra pasını yaptı, Webo aldı ve bir ekstrada o yaptı. Caner ve gol...

Henüz daha 73. dakika dolmamışken Baroni'nin normalde hiç olmadığı ve olmayacağı bir yerde aslında o var diye çok kolay bir gol atılmıştı. Tur gelmişti... Çok bir şey yapmadı. İki küçük dokunuş ve sadece doğru işi yapmak. Turu getiren tek bir küçük dokunuş olmuştu. Golün asisti Webo'ya yazılmış olsa da maçı izleyen herkes şunu demişti: "Salih girdi gol oldu."





Pazar gününe geri dönelim.  Elazığ Atatürk Stadyumu'nda oynanan Elazığspor - IBB maçı düşme potasını ilgilendiren belki de haftanın en önemli maçıydı. Beraberliğin bile iki takıma yaramayacağı bu hafta da iki takımda temkinli olarak sahaya çıksa da bol bol gol arıyorlar ve ona göre ataklarını şekillendiriyorlardı. Fakat bir türlü olmuyordu. Elazığ başta geçen yılın ikinci lig yıldızlarından biri olan Ahmet Görkem'ın de savunma katkılarıyla IBB'nın kaliteli hücumcularına gol sevinci tattırmazken IBB'nin yerleşik savunmacıları da ağır Elazığspor hücumlarını kolaylıkla kesiyordu. Maçta 80 dakika geçmişti ama hiçbir şey olmamıştı. Ne olacaktı?


Geçen yıl Antep BB'de yıldızı parlamayan ama çalışkanlığıyla göz dolduran Volkan Yılmaz, bir çok kulübün dikkatini çekmeyi tabii ki başaramamıştı. Bülent Uygun'un menejer payından alacaklarını aldıktan sonra kulübü satıp, başka salak kulüp başkanları aramaya çıkmasını takiben göreve gelen Yılmaz Vural ise bir kez daha klişe kaderiyle karşı karşıya kalmak zorunda kaldı. Kötü durumdaki takımı ligde tutmak. Gelmesiyle birlikte Bülent Uygun enkazıyla bile istikrarlı bir hücum futbolu oynatmayı becerdi ama eksikler vardı. Devre arası kadrodaki bir çok oyuncu gönderildi. İkinci lig ağırlıklı yerli oyuncular ve birkaç kilit yabancı oyuncuyla birlikte yeni devreye başlandı. Alınan oyunculardan biri de Volkan Yılmaz'dı.


İkinci devrenin başlamasının üstünden haftalar geçmiş olmasına rağmen halen forma şansı bulamamış olan Volkan, IBB maçının 80. dakikasında sol bek Eren ile birlikte çizgide oyuna girmek için bekliyordu. Kameralar bu anı gösterdiğinde herkesin aklında tek bir soru vardı. "Kim bunlar?", "Böyle önemli bir maçta bunları mı oyuna alacak." Aldı.

Sinan esasında çok başarılı ve kaliteli bir santrafor olmasına rağmen uzun zamandır üst düzey futbol oynamamış olması, hatta neredeyse hiç oynamamış olması onu fizik olarak bitirmiş. Buna rağmen ligde 17 maçta 5 gol 2 asistlik katkı sağlamayı başardı. Lakin olmuyordu. Sağdan soldan Aydın ve Serdar'ın sürekli taşıdığı toplar Sinan'ın hantallığı ile harcanıyordu. Üstüne üstlük Sinan'ın tuttuğu toplara arkadan destek bir türlü gelemiyordu. Her iki planda da Sinan tam bir etkisiz olarak oyunda yokları oynuyordu. Üstüne üstlük tam anlamıyla yerli Quaresma olan Aydın'da 65-70 arası oyundan iyice düşüp tek başına çizgiye inerek her pozisyonda top kaptırmaya başlayınca maç çekilmez hale geliyordu.

80'de yapılan değişiklik ile Sinan kenara geliyor ve Volkan oyuna giriyordu. Aynı zamanda Volkan'ın Elazığ'daki ilk resmi maçı olacaktı.  Maçın belki de o ana kadar ki en iyi ikinci ismi olan Orhan'da sinirine yenik düşüp ikinci sarıyı görmemesi için kenara geliyordu. Hamle "0-0'a yatmak, fantezi" şekillerinde yorumlansa da Volkan 81. dakikanın son anlarında Sinan'dan 10 kat daha hızlı koşarak oluşturduğu set ile ayağına gelen ilk topu harika bir şekilde Aydın'a çıkarıyor, gelen top çok iyi paslaşmalarla Köksal'ı buluyor ve klasik bir Köksal ortasıyla içeri gelen top... Tabii yine Sinan'dan çok daha hızlı bir şekilde içeri kat eden ve doğru yerde bulunan Volkan Yılmaz ayağına ikinci kez topun değmesiyle birlikte gol sevincini yaşıyordu. Gol 82. dakikada gelmişti. Golden sonra IBB atakları hız kazanır ama oyunu kontrol eden Elazığ'dır. Özellikle ileride Volkan ve Serdar Gürler IBB defansının ileri çıkmasını engelleyerek Üründül değimiyle bloklar arası boşluklar yaratırlar, maç tamamen kontrol altındadır. Elazığ maçı 1-0 kazanır ve rahat bir nefes alır.



Üç hikaye, üç benzer hikaye... Teknik direktörün küçük bir dokunuşu, futbolcunun küçük bir dokunuşu. Hikayelerde bunların hepsi var. Birinde doğru olanı yapmamak için inat eden ama her seferinde tükürdüğünü yalayan biri, birinde doğru olduğunu bildiği halde elindeki cevheri abanarak yok etmemek için doğru kullanmaya çalışan biri ve birinde de elindeki yeteneğe, oyununa güvenen biri...

Teknik direktörlerin küçük dokunuşları futbolcuların ki kadar konuşulmaz. Ama onların arkasında çok daha fazla hikaye yatmaktadır.

11 Nisan 2013 Perşembe

Xavi vs PSG

Dün oynanan ve 1-1 sona eren Barcelona - PSG Şampiyonlar Ligi maçında Xavi tüm paslarını isabetli vermiş. 30-40 değil tam 96 pas...

10 Nisan 2013 Çarşamba

Newcastle'da Namaz Vakti


Newcastle United Müslüman oyuncuları için stad içinde bir mescit açmayı planlıyormuş. Zaten oyuncular buldukları bir odada namaz kılıyorlarmış, şimdi onlara özel bir yer ayrılmış.

Dini görünürlük futbol dünyasında giderek artan bir trend. Daha çok kişi tarafından sahadaki hareketlerinin takip edildiğini bilen futbolcular giderek kendi dini inanç, siyasi düşünce ve eğilimlerini göstermek için çaba harcıyor.

Şu an kadrosunda 7 Müslüman futbolcu barındıran İngiliz ekibi bakalım başka kulüplere de öncülük edecek mi?

Tebrikler Galatasaray


İlk maçın son düdüğü çaldığında Galatarasaylılar dışında skora şaşıran olmamıştı. Ortada bir hakem katliamı olduğu çok netti, bununla birlikte karşınızdaki takım da Real Madrid ve teknik direktörü Jose Mourinho. Fatih Terim'in açıklamaları sırf takımı değil, taraftarı da gerektiğinden fazla doldurup, inandırdı. Gerçekten eleyebileceklerine inandılar. İnanmak güzel bir şey fakat tekrar etmek de fayda var karşınızdaki takım Real Madrid ve teknik direktörü Jose Mourinho.

İkinci maça Galatasaray elemek için değil gururunu göstermek için çıkacaktı. Nitekim böyle de oldu. İlk yarının ikinci yarısını izleyemedim, fakat gol takımı ve en önemlisi taraftarı inanılmaz etkiledi. Resmen sustular. Nasıl bir itici güç olduklarını unuttular. O stadın akustiğinin bu kadar güzel yapılması laf olsun diye değildi. Galatasaray, Milanları, Juventusları, Real Madridleri Ali Sami Yen'de sadece oynadığı oyunla yenmedi, taraftarın yarattığı atmosferle de yendi. Avrupa basını orası için cehennem diye boşuna yazmadı. Bunu Türk Telekom Arena'da da sık sık hatırlatması gerekiyor taraftarın.

İkinci yarıda ilk maçı 3-0 kazanmanın ve maçta da 1-0 önde olmanın rehaveti Real Madrid'i etkilemişti. Eboue'nin golüne kadar da taraftar uyumaya devam etti. Neyseki geç de olsa golden sonra açıldılar. Açıldıktan sonra neler olduğunu ve neler olabileceğini hepimiz gördük. Benim gibi tura başından beri inanmayan adama bile "acaba?" dedirttiler ki Real Madrid, Galatasaray'ın bu kadar hızlı ivme kazanıp, baskı kurabileceğini beklemiyordu. İnanılmaz bocaladılar, pas yapamadılar ve top çıkaramadılar. Dünkü o taraftar baskısı ikinci yarı başında başlasa her şey çok farklı olabilirdi, belki de şu an başka şeyler yazıyor olabilirdik. 

3-1'den sonra dakikalar ilerledikçe Galatasaray'ın da umutları kırıldı ve zaten maçın sonunda da skor 3-2'ye geldi ve tarih tekerrür etti. Ama bu sefer tersten...

Galatasaray gururuyla elenmiş oldu. Bugün haklı olarak da tüm Galatasaray taraftarları da bu gururu yaşıyor. Bize de tebrik etmek düşer.

Borussia Dortmund'un inanılmaz koreografisi

Dün oynanan Borrusia Dortmund - Malaga maçı öncesi Dortmund taraftarının yapmış olduğu efsane koreografi. Maçın da bu koreografi gibi efsane olması ayrı bir detay...

Peter Cech // Chelsea - Manu kurtarışı


Gerçekten inanılmaz bir kurtarış olmuş. Bayadır kendisinden bu tip kurtarışlar görmüyorduk.

8 Nisan 2013 Pazartesi

İstenen, beklenen gerginliğe ulaştık.

Bugün Bursa'da, Bursaspor - Beşiktaş maçı var ve kimse bu maçı konuşmuyor. Geçen senelerde her maçında olay çıkan bu iki takımın maçı olaysız geçecek gibi. Bunun sebebi de gündemi başka şeyler meşgul ediyor. Zamanındaki gerginliklerinde gündem oluşturmak için üzerine gidildiğini görmüş olduk. Asıl bağlamak istediğim buydu.

Önce Cumartesi Türk Telekom Arena'da çıkan olaylar, daha sonra Ordu'da çıkan olaylar... Ligin bitimine doğru herkes gergin. Ama sadece kendilerinin gergin olduklarını sanıyorlar. Maçtan sonra yapılan açıklamalar ve yaşanan olaylardan bu böyle anlaşılıyor. 

Hakemlere bu kadar tepki gösterip, onları da bu kadar aşağılamaya çalışırsak kimse onlara saygı göstermez. Bu da işin bir diğer boyutu. Gözlemciye yumruklar kalkıyor, ana avrat sövülüyor, sonra mazluma yatılıyor. Evet Türk futbolu yönetilemiyor. Kötü yönetiliyor bile diyemeyeceğim, yönetilemiyor. Ama bu kadar da bariz hakaret edip sonra haklı olamazsınız.

Herkes kendi triplerinde, kendi haklılıklarından başka bir şey görmüyorlar. Tabi haklılık derken onu da sorgulamamız lazım. Kim, neye göre haklı? 

Sakin kalıp, sağlıklı düşünmemiz gereken bu dönemlerde yine kontrolden çıktık. Herkesin aklında bir komple teorisi var. Düşünmeden sallayıp sallayıp duruyorlar. Polamiksiz yaşayamıyoruz, polemikten güç alıyoruz.

Daha dün milli maç sonrası Abdullah Avcı'ya o kadar saçma sorular soruldu ki Macaristan maçı sonrası. Tamamen ağzından bir şey çıksa da bassak manşeye havasında. Neyseki hoca güzel cevaplar verip susturdu.

Ben bu hafta önce Galatasaray Spor Klübü'nden bir açıklama, aynı gün akşamı veya bir sonraki gün sabahı Fenerbahçe Spor Klübü'nden ona karşı bir açıklama derken Sadri Şener'den şampiyonluğumuzu verin açıklamları ile Samet Aybaba'nın yorumlarını izleriz, dinleriz, okuruz...

5 Nisan 2013 Cuma

Previously on Champions League...

Galatasaray’ın Real Madrid ile oynadığı çeyrek final ilk maçında 3-0 yenilmesi durup düşünmemiz gereken bazı şeyleri bize hatırlattı.

Şampiyonlar Ligi dev bir arena. Organizasyon yapısının lig fikstürü şeklinde olması nedeniyle sürprizlere çok da açık değil. Yani yukarı turlara tırmanmak için gerçekten bunu hak etmeniz gerekiyor. Şampiyonlar Ligi’ni kazanan-final oynayan takımların genelde aynı takımlar olması da bunun sonucu.

Bu yanından bakınca Galatasaray’ın çeyrek final oynaması ciddi bir başarı. Kura şansını çok iyi kullanan sarı-kırmızılılar tarihi bir başarıya imza attı. Ancak bundan sonrası için başka faktörlerin katkı sunması gerektiğini Real Madrid’e daha ilk maçta havlu atarak gördük. Henüz iki yıllık bir temele sahip takıma ne kadar yıldız olurlarsa olsunlar monte edilen oyuncular ile dünyanın en güçlü takımlarına kafa tutmak kolay değil.

Yıldız oyuncularınızı elde tutmanın zor olduğu bir ülkenin liginde oynuyorsanız bunu göz önünde bulundurarak adım atmanız gerekiyor. Yıldız oyuncu transferinin uzun vadede işe yaramadığı, ancak saman alevi gibi parlayan başarılar getirebileceği genelde bilinir. Ama başarıya aç taraftar ve başarılarını bir an önce satmak isteyen yönetici profilleri yüzünden uzun vadeli başarılar şimdilik uzak gözüküyor.

Galatasaray’a dönersek en önemli silahları büyük ihtimalle sezon sonu gidecek olan bir takımda sürdürülebilir başarı için yeni yıldız transferler yerine altyapı ya da ülke ligindeki parlak futbolculardan oluşturulacak bir iskelet çok daha faydalı olacaktır. Ancak biraz önce değindiğimiz gibi kasası dolu iken uzun vadeli yatırım yapmaya istekli yönetici çok yok. Bakalım Galatasaray bu dönüşümü gerçekleştirebilecek mi yoksa Lincoln, Elano, Arda, Keita, Baros, Kewell’ı efsane kadro gibi düşüşe mi geçecek?