14 Mayıs 2013 Salı

Bir İskoç gider, bir İskoç gelir


Sıcak sıcak yazmak isterdim lakin geçen hafta iş yoğunluğu nedeniyle yazamadım. Sir Alex Ferguson'un emekli olması tüm dünya futbol camiası için büyük bir kayıp/olay. 

Geçen sene eşinin kardeşi vefat etti. Kardeşini kaybeden Cathy Ferguson'un yalnız kaldığını söyledi Fergie. Noel zamanında bu kararı verdiğini de ekledi. Bu yüzden olsa ki kimse dur gitme, emekli olma diye kararından vazgeçirmeye çalışmadı Fergie'yi.


Kazandığı kupalar veya başarıları vs bunları herkes konuşuyor, hepimiz biliyoruz. Bunların yanında en büyük özelliği sorunlu - sorunsuz tüm futbolcuları takıma adapte edebilmesi ve onları yönetebilmesi idi. Bazen taraflı ve dominant karakteri gereği gereksiz açıklamaları olmuş olsa da o vedasında açıklanan "The Greatest Manager" lakabının şu anlık sahibi.

Ferguson'dan sonra kim gelirse gelsin inanılmaz bir baskı ve yükün altına girmiş olacağını herkes biliyor. The Damned United'da izlemiştik buna benzer bir durumu. Brian Clough'un Derby Country'den Leeds United'ın başına geldiği an ile David Moyes'un yaşayacakları bana sorarsanız hemen hemen aynı. Futbolcular olayı çok yadırgayacak. Belki de başlarda ciddiye bile almayabilirler. İşte burada onlara çok büyük iş düşüyor. Fergie'ye gösterdikleri saygı ve davranış biçimini David Moyes'a da göstermeleri gerekiyor. Veda konuşmasında Fergie büyüklüğünü bir kez daha göstermiş oldu. Direk ilk söylediği herkesin Moyes'inin arkasında durması gerektiğini belirtti.


Everton'da rakiplerine göre baya az paraya büyük işler yaptı David Moyes. Yıldız almadı, yıldız yarattı. İstikrarlı bir teknik direktör. Fergie Noel'de emeklilik kararı vermiş ise yaklaşık beş aydır yerine kim gelsini etraflıca düşünmüşlerdir. Çok planlı bir proje David Moyes'in takımın başına gelmesi. Bir İskoç'un yerine, başka bir İskoç'un gelmesi tesadüftür diye düşünüyorum.

Moyes'in United'ın başına geçtiği açıklanır açıklanmaz Fellaini ve Baines'i de peşinden alabileceği dedikoduları çıktı. Bunu kanıtlar gibi olansa Fellaini'nin ayrılık sinyalleri vermesi ve Everton yönetiminin de Fellaini'yi satabiliriz ama Baines'i asla mesajıydı. Hatta Moyes'e twitter üzerinden ölüm tehditleri yağmış bunun üzerine.

Son olarak Fergie ile birlikte Scholes yeniden futbolu bıraktığını açıkladı. Zaten daha önce bırakmış olan oyuncu Fergie'nin ısrarları ve ona olan ihtiyacı yüzünden geri dönmüştü. Artık tamamen bırakma vaktinin geldiğini düşünüyor. Büyük oyuncu olduğunu bu yaşta dönüşünde de kanıtlamıştı...

Bizde Sir Alex Ferguson'a futbola kattıkları ve bize bunları yaşattığı için teşekkürü borç biliriz.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Feda sezonunda İnönü'ye veda...


İnsanın içinde hüzün var, bununla birlikte dışarı inanılmaz bir çoşku çıkıyor. Beyazlarla donatılmış İnönü Stadı'na veda günü idi 11 Mayıs Cumartesi günü. Saha dışındaki olaylardan aşırı sinirli ve yaralı girmiş taraftar stada girer girmez ortamın havasına kapılıp o coşkuya eşlik ediyordu.


Ben de son anda bilet bulan şanslı kişilerdendim. Ama bileti olmayıp içeri girmeyi deneseydiniz sizde girebilirdiniz. 30 bin kişilik stadda en aşa 40 bin kişi vardı. Ben hiç bir maç bu kadar dolu görmemiştim maçı. Beleş tepe bile ikinci yarı tribündeydi. 


Daha içeri girer girmez bir koltuk kapıp "1,2,3 yetmez! 4,5,6, olsun! Metin, Ali, Feyyaz atsın, Beşiktaşım şampiyon olsun! tezaruhatına eşlik ettik. Resmen bir şampiyonluk kutlanıyordu içeride. Herkes ayrı bir çoşuyordu. Tribünlerden sekerek yapılan Siyah - Beyaz - Şampiyon - Beşiktaş tezaruhatı da bunu kanıtlar gibiydi.

Eski açıkta olacağım için biraz düşünceliydim. Bulunduğum yerdekilerde pek canlı değillerdi. Ama çok güzel yanıldım ve sonradan gelenlerle çok güzel bir ortam oldu. Eski açığın böyle bağırdığını ilk kez gördüm. 

Maç tamamen bahane, kimse izlemiyordu. Herkes son kez İnönü'deki üçlüye eşlik ediyor ve tezaruhatlarla rekor kırıyordu Hele ki ilk yarının son 15 dakikası muazzamdı. İlk on dakika kapalı tek başına aldı götürdü derken, son beş dakika yeniyi bilmem ama eski açık da koptu. İnanılmaz bir destek vardı takıma. Tam olması gerekildiği gibi bir veda. Stadda bir çok insana dokunsanız ağlayabilirdi. 


Maç sonunda sahaya inmedim, inemedim. İnmek istemedim. Orası kutsal zemin benim için. Herkesin ayak basabileceği bir yer değil. Koltuğumu "nazikçe" söküp, hatıra olarak onu aldım. Staddan çıkarken arkama bile bakamadım veda etmesini beceremediğim için. 

Her takımın stadı taraftarı için özeldir, lakin benim için de İnönü Stadı yeri itibariyle dünyanın en güzel stadı. İnsan nasıl veda edebilir ki bu kadar sevdiği yere/şeye/kişiye...

Ne kadar modern olsa, ne kadar düzgün de olsa nedense İnönü'nün yıkılmasına gönlüm el vermiyor. Çok daha iyisi yapılacağı kesin, lakin anılarımız burada. Her tuğlada, her koltukta... Artık yıkım başlamadan önünden son kez geçeriz, göz yaşlarına hakim olabilirsek ne ala...

Not: En üstteki fotoğrafın orjinaline dilerseniz buradan ulaşabilirsiniz.

O gün Beşiktaş'ta neler yaşandı?

Olayları anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. İnönü'deki son maç yüzünden içimizdeki büyük hüzün ama dışımızdaki coşkudan mı? Son anda bileti bulduğumdaki heyecanımdan mı? Yoksa semte giderken yol boyunca nerelerde kopsak düşüncelerini mi? Yoksa yediğimiz biber gazlarını mı? Öncelikle olayların nasıl başladığını ve o gün neler yaşadığımızı anlatayım. Öncesinde tarihi not edelim: 11 Mayıs 2013

Takriben saat beş gibi heykelin orada Şöhretler'de yediğimiz köfte üzerine tezaruhatlar yapıyorduk. Daha sonra arkadaşım, Kazan'ın orada yolu kapatmışlar, orası daha eğlenceli dediği için hızla o tarafa geçtik. Her zaman ki gibi klasik gelen arabayı sallama ve salma durumu vardı. Ortam çok güzeldi, arada yanan meşaleler tezaruhatlar... Yaklaşık 10 dakika sonra Dolmabahçe tarafından, ters şeritten iki tane yunus geldi ve yoldaki taraftarın üzerine motorunu sürerek, bağırmaya başladı. Polisin yolu açma mantığı insanların üzerine aracını sürmek. Daha sonra baya tepki topladılar ve havadan kutular ve şişeler gelmeye başladı polise. O an işte arkadaki motordaki polis tabancasını çıkarıp, önce etrafındakilere doğrulttu. Resmen kanım dondu. Canımızı emanet ettiğimiz, bizi korumasını beklediğimiz adam direk tabancasını vatandaşına çekebiliyordu. Sonrası malum zaten. Havaya boşalan şarjör. İnsanların etrafa kaçışması. Onca turistin, insanın önünde ülke imajı bu. Sonra olimpiyatlar için Tokyo Başbakanı'na bırakın, biz yapalım diye ağlarız. 

Devamında hemen ufak bir polis grubu amiri ile geldi. Taraftara burada görev düşüyordu, o sınavı geçemedik. Havada uçuşan şişelerden korunmak isteyen polis bir iki tane biber gazı attı etrafa. Bir kaç taraftar polisin önünde, atmayın diye etraftakilere bağırıyordu. Bir kaç taraftar polis amiri ile konuşup, anlaşmaya çalışırken yine gelen şişeler oldu. Arada biber gazı da sağda solda patlıyordu derken su panzeri geldi ve... İşte polisin beklediği an oymuş da haberimiz yokmuş. Arkasına saklanan polis sağa sola, her yere biber gazını attı. Koşarak kaçarken önümde patlayan gazı son anda görüp, nefesimi tutup, gözümü kapatım içine daldım. Neyseki fazla etkilemedi. Bu hüzünlü ama bir o kadar da coşkuşu günümüzde bunu yaşamamız inanılmazdı. 

Daha sonra THY'nin Feda Yolu'ndan stada geldik. Çok süper bir proje, yapanların eline sağlık. Kombinesi olanlar için unutulmaz bir anı olacak. 

Stadın orada Kartal Yuvası'nın karşısında yolun ortasındaki kaldırımda durup, etrafı izledik. Kapalının girişinin orada mükemmel bir atmosfer vardı. Garip olansa taraftarın arasında bir panzerin olmasıydı. Biri de Kartal Yuvası'nın orada idi. Direk duvar dibindeki taraftara nişan almış su pompası ile bekliyordu. Bu kışkırtmanın sebebini hiç bir zaman anlamadım, anlamayacağım. O panzerler neden orada duruyor? Tamamen taraftarı kışkırtmaya yönelik yapılmış bir durum. Güvenlik için olsa, geride bekletirsin, ihtiyaç anında getirirsin. İnanılmaz bir rezalet.

Akabinde de kapalının girişinin oradaki panzer etrafa su sıkmaya başladı. Taraftar dağılmayınca biber gazlarını gördük. Tek bildikleri ve yapabildikleri şey bu işte. Oradaki kalabalık hızla aşağıya koştu. Bizde TFF görevlileri, sivil polis ve polis amirinin yanındayız diye kendimizi güvende sandık. Polis amiri gaz atmayın dedikçe dumanlar artmaya başladı, sonrasında da bulunduğumuz yere kendi amirlerinin üzerine de attılar. Hızla eski açığın oraya kaçtık. Kaçarken yolda Ali Ece'yi gördük. Çok tanışmak istediğim bu kral adamla böyle bir ortamda karşılaşmam da ayrı bir gariplik. Yanındaki kişi koş abi dedikçe, o "Ne koşması abi, biz 25 yıldır bunları yiyoruz" tepkisi verdi. Sağ olsun bize limon vermek istedi ama ihtiyacımız yok dedik. Basınsın sen, basın tarafına gel dediklerinde ise "Ne basını, ben basından masından değilim!" diye tepki gösterdi. Helal olsun! 

Kadın, erkek, çocuk herkes isyan halindeydi. Basın mensuplarının çoğu gazdan etkilenmiş, sövüyorlardı. Sonrasında nedenini bilmediğimiz bir şekilde eski açığın oraya gaz yağdı. Özellikle çocukları ile gelen annelerin durumu çok üzücüydü. Bir çok çocuk polis arabalarına sığınmıştı, arkada kalanlar korkudan ağlayarak kaçmaya çalışıyorlardı. Alışveriş sepetinde su satanların suları anında bitti zaten. İnsanlar akın etti, onlarda bedavaya verdiler haliyle. Kaça diye soran da olmadı zaten.

Asıl biber gazını bu bölgede yedik. Protokol girişinin oraya kadar kaçtık ve gaz gelmeye devam etti. Oradaki polislerinde gözleri kıpkırmızı idi. Eski açıktan olan biletim için stadın etrafında bir tur atmayı düşündüm ama diğer taraf felaket dedikleri için yemedi. Beşiktaş formalı İngiliz turist gördük, polise direk inanılmaz sövdü bağıra çağıra. Daha sonra bir cesaret eski açığın oraya inip, içeri atmaya başardım kendimi. 

Anlayamadığım olay ise maçın ilk yarısının bitişine doğru polisin beleş tepeye var gücüyle neden saldırdığı? İnsanlar kendilerini zor attılar sağa sola.

Bir gücü kontrol edememe böyle bir şey işte. Sıkıştın mı yasak getirme, sıkıştın mı taraftara teröriste bile yapamadığını yapma. Tüm Türk taraftarları için önemli olan bir stada veda maçından önce bu olayları yaşamak gerçekten fecaat ve çok üzücü. O polisler oraya gelip, o şekilde davranmasaydı zaten maksimum bir saate o yol kendiliğinden açılacaktı. Zaten böyle bir maçı bilen bir kişinin o bölgeden arabayla geçmesi de ayrı bir gariplik. Onlarca yıl geçti, hala öğrenemediniz mi?