4 Mart 2013 Pazartesi

Are You Big Player?

Kederli bir Fenerbahçe taraftarının yine bir Galatasaray - Fenerbahçe maçından sonra tesislerin kapısının önünde Mateja Kezman'a ettiği bu laf, orada burada ve şurada Türk futbol literatürüne geçti diyebiliriz. O gün Mateja Kezman'a içtenlikle yönetilen bu soru zamanla bir çok futbolcunun böyle sorgulanmasına yol açmıştı. "Are You Player? Ha? Are You Big Player?"

Bazı adamlar vardır. Sahada ortalamanın üstünde oynamadığı her maç takımına zarar verir. Büyük futbolcudur kendisi, gol kralıdır veya işleyen sistemin en önemli çarkıdır fark etmez. Ama bunun aksine öyle adamlar vardır ki maçı evden izliyormuş gibi gözükse de görünmez katkısıyla takımı sırtlar, götürür. Her büyük takımda en az bir tane olması gereken ve hatta bunlardan olan isimlerdir.  Dün oynanan Beşiktaş - Fenerbahçe maçında bunlardan bir değil, birden fazla vardı. Ama bir tanesi maçın kaderini değiştiren ve her şeyi farklı bir boyuta çıkaran adamdı.

2010-2011 sezonunda flaş bir şekilde Fransa'nın en gözde futbolcularından birini renklerine katan Fenerbahçe, belki de dün yaşanacak olanlara çok ufakta olsa bir katkı sağlıyordu. Fenerbahçe forması altında unutulmaz performans sergileyen ve attığı gollerle herkesi büyüleyen o isim, sezonu 31 maçta 15 golle bitirirken attığı gol kadar da asist yapmayı başarmıştı. Ama unutulmaz sezonun ardından yaşanan şike süreci ve Katar'a uzanan yol... Bir anda ülkeye adım atan adam yine bir anda gözlerden kaybolmuştu. Tıpkı yeni sezonda kendisiyle ölümcül ikili olması beklenen Emenike'nin daha forma giymeden puf olup gitmesi gibi...


Katar dostumuza yaramadı. Sakatlıklar, formsuzluklar ve yaşam tarzının orayla uyuşmaması derken ilk sezonunda sadece 13 maçta forma giydi. Afrika Kupası'nda yaptığı tek asist koskoca yıldaki tek istatistiğiydi.  Ama yılmadı, çalıştı ve geri döndü. Sezonun ilk dokuz maçında dört gol atmayı başardı ama kısa bir süreli sakatlık, ardından tekrar yedek kulübesi ve unutkanlık...

Top ayağına en son Kasım ayının son haftasında değmişti. Son düdük çaldığında beş maçtır rakip fileleri yoklayamıyordu ve bu ondan Superman etkisi bekleyen Arapları memnun etmiyordu. Mutsuzdu. Ama Şubat ayında burada ondan daha mutsuz olan isimler vardı.

Aniden sakatlanan takımın bel kemiği ve gizli kahramanı Almeida'nın yerine forvet arayışlarına giren Beşiktaş, bütçesi doğrultusunda bir türlü yüksek standartlarda birini bulamıyordu. Üstüne üstlük hiç beklenmedik bir şekilde şampiyonluk yarışındaydılar ve ligin ikinci yarısı ilk yarısına göre daha çetin geçecekti. Buraları bilen bir adam lazımdı. Yarışın önemini kavrayabilecek, gerektiğinde sırtlayabilecek bir isim ama Katar'a hiç bakılmadı, o akıllara hiç gelmedi. Galatasaray olağanüstü şans ortamından faydalanıp, bütçesiyle de iki önemli transfer yapınca Beşiktaş yöneticilerine ve transfer komitesinin jetonu düştü. Sneijder ve Drogba gibi sevimsiz şartlar altında kalmış futbolcular elbet vardı ve bizim bütçemize uygun bir biçimde elbette birini bulurduk. İşte Beşiktaş orada yeni bir Big Player buldu.


Mamadou Niang... Her ne kadar Drogba transferinin büyüklüğü arkasında sinip kalmış olsa da Niang, forma giydiği dönemden beri Drogba'ya nazaran takımına çok büyük katkı sağlamayı başardı. Üstüne üstlük "ölü haliyle bile" demiş olsak ağır bir iddiada bulunmuş olmayız. Kasım ayından beri ayağına top değmeyen uzunca bir süredir de idmanlara da çıkmayan bir isim, geldiği gibi giymeye başladığı formasıyla inanılmaz bir ivme yakadı. Almeida'nın yokluğunda topu ileride tutan adam olmasının yanında kanatlara kayarak takımın hücuma çıkarken en büyük kozlarından biri oldu. İlk maçı olan Elazığspor karşılaşmasında 81'de oyuna girerken, öyle ya da böyle zar zor kaleye gelen Beşiktaş bir anda zeka dolu ataklar yapmaya ve topu ileri taşımaya başladı. Gol yok, asist yok ama asıl önemi bir maç sonra ortaya çıktı. 78. dakika da Niang oyundan çıkana kadar neredeyse tek kale oynayan Beşiktaş, o dakikadan sonra ileride top tutamamaya ve düzgün atak yapamamaya başlar. Akabinde son 10 dakika dayanamaz ve 1-0'lık üstünlük, son 10 dakika da düşen oyunla birlikte 1-1 olur ve şampiyonluk yarışında 2 puanın gitmesine sebep olur.

Olmuyordu, anlayamıyorduk... Henüz ikinci maçı ve fiziksel olarak bitik bir adam nasıl olur da iki maçta toplam 90 dakika civarında forma giymesine rağmen takıma bu kadar etki edebiliyordu. Bir adamın ölüsü bile bir takımın hücumlarını bu kadar etkileyebilir miydi? Etkiliyordu. Almeida'nın yerini tam anlamıyla olmasa da dolduran ve onu aratmayan isim henüz istatistik hanesine rakamlar ekleyememiş olsa da Beşiktaş'ı sırtlıyordu. Fenerbahçe maçı için dönüm noktası olmalıydı. Eski takımına karşı oynayacağı maçta artık bunu da yapmak zorundaydı. Nitekim rehavet ile başlayan ilk 30 dakikadan sonra Beşiktaş toplanırken takımın ileriye doğru çıkmasında Fernandes ile birlikte en önemli katkıyı sağlayan isimdi. Takımın bir diğer ölüsü bile yeter adamlarından olan Fernandes yine klasik bir duran top organizasyonundan golü attırırken Niang öne geçirici hamle için yerini almıştı. İnanılmaz bir golcü vuruşuyla takım öne geçerken, Niang'ın inanılmaz katkısı artık istatistik hanesine de işlemişti.


Santrasız gol, daha kolaylarını atamayan Olcay... Maç boyunca inanılmaz çabaladı ve maçın tartışmasız kahramanıydı. Ama çizgi romanlarda çokça karşımıza çıkar ya, bir süper kahraman her zaman tek başına yenemeyeceği bir kahraman ile karşı karşıya gelir. Yenemez, gizli bir el ya da bir dost ona yardım eder. Ya bir taktik verir ya da güç birleştirirler bilemem ama o yardım sayesinde kahraman düşmanını yener. Ardından kimse yardımcı eli konuşmaz, kahraman ise bütün övgüye nemalanır ve herkes onu konuşur. Dün Niang, o kahramanın yancısıydı. Attığı harika golün hakkı elbet verildi ama Olcay'ın golün ona yaptığı asist sadece "iyi asist, mükemmel ötesi gol" kıvamında konuşuldu. Ama konuşulanların aksine o öyle bir pastı ki, pozisyon içinde bir değil beş Volkan olsa yine de tek avantajlı isim Olcay'dı. Ölüsü bile pozisyona sokuyordu... Olcay'da harika performansını en harika biçimde ödüllendirirken Niang'ta bundan nasipleniyordu.

Ölüsü bile iş yapan adam... Beşiktaş'ta bunlardan çok var. Bazıları formsuz olduğu için ölü, bazıları moralsiz oldukları için ama yavaş yavaş işler yoluna girmeye başlamışken kazanılan bu derbi, takımı ritme sokacak ve ölü denilen isimlerde tabutlarından çıkarak avlanmaya başlayacaklardır. Dün Fernandes ilk defa büyük maç kazandırırken ona destek olan Niang bunun en güzel örneğiydi. Form yakalanması ve Almeida'nın takıma dönmesiyle birlikte takım bu ivmeyi devam ettirirse hayal olan şampiyonluğun kapıları belki biraz olsun Beşiktaş için aralanabilir.

Ölü adamın sandığı... 1 gol 1 asist... Are You Player ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder