28 Ocak 2013 Pazartesi

Arena deplasmanı

Bir delilik yapalım, pazar günü derbiyi yerinde izleyelim dedik. Galatasaray taraftarları arasında, iki Beşiktaşlı içimizde çığlıklar, tezaruhatlarla maçı izledik. Saat ikide başlayan maraton boyunca öyle üşüdüm ki hala üşüyorum...

Daha önce Madonna konseri için gittiğim Türk Telekom Arena'ya bu sefer gerçek amacı için gittim. Stada ulaşım, içeri girme ve çıkması gerçekten çok rahat ve kolay. Kesinlikle çok güzel bir stad. Bunları kabul etmek lazım.

Deplasmanda, rakip takım taraftarı arasında maç izlemeye gelirsek, gerçekten değişik bir deneyim. Tezaruhatları kendime göre çevirip, söylediğim oldu. Arada sesiniz kaynıyor zaten. Yanımda bir çift vardı, pek zarar gelmez diye düşündüm, rahatladım. Farketmiş olabilirler. Zaten gollerden sonra sevinmeyen iki kişiydik, orada kopuyor olay. Golü attığımız da ise... Elim hala acıyor diyebilirim.

Maça gelirsek (maç sonu analizlerini çok sevmesemde) Samet Aybaba inanılmaz korkak bir kadro ile sahaya çıktı. Şu ana kadar sadece tek maçta göre almış Mehmet Akgün sağ bekte, Hilbert sağ açıkta oynadı. Holosko ileri uçta. Holosko dışında alternatifi yoktu forvette, fakat forvetsiz çıksak daha iyiydi. Adam orada kitlendi kaldı. Almeida'nın yokluğunda Almeida varmış gibi oynadı Beşiktaş. Olay Fernandes filan değil, Almeida'ymış bunu gördük. Bir de kurtarıcı diye Mehmet Akyüz'ün oyuna girmesi yok mu... Bir de Dentinho yüzünden Olcay'ı yerlerse cidden çok üzülürüm.

Galatasaray ise maçın başında golü bulunca rahatladı, ona göre oynadı. Riera son haftaların formda ismi, gerçekten güzel bir gol attı. Yalnız derbi de pozisyon yok. Bu, bana göre utanç verici bir durum. Mücadele ona göre, pozisyon ara ki bulasın. Hilbert'in ilk yarıda kaçırdığı bir top var, bir de Hamit'in dışarı attığı top. Gollerin ikisi duran top zaten. Özeti izleseniz Melo'nun kırmızısı ve Samet Aybaba'nın bakışları ile 2.5 dakika geçiyor zaten.

Bir de tükürdü, tükürmedi olayı var. Ben çok sıkıldım bu muhabbetten, artık yeter.

26 Ocak 2013 Cumartesi

Şeytanın bacağını kırmak

Biraz geç olacak fakat şeytanın bacağını bu sezon kırdık. Her sene aynı ızdırap dolu, yeter artık dedirten maçları izliyorduk. Manchester United, Tottenham Hotspur'a çok ters geliyor. 2-0 öne geçtiği maçta bile öyle ezilip, oradan fark yiyordu. Her golden sonra içimizde hiç umut oluşmazdı. Bu kadar geride kapanan takım görmedim dediğim çok maç yaşadık.

Bu sezonun ilk yarısında Old Trafford'da inanılmaz bir maç izlemiştik. Skor 3-2'ye geldiğinde bile çok geride kapanmamıştı. Orta sahada basmayı başarmışlardı ve yıllar sonra United'a karşı galibiyet göstermişlerdi. Bunda André Villas Boas'ın katkısı çok büyük, bunda hepimiz hem fikiriz.

Bu sene taktiksel olarak takımın tüm kimyasını değiştirmiş, Redknapp'ın aksine çok farklı bir taktik anlayışı ile sahaya çıkarıyor takımı. Sezonun ilk yarısında Sandro - Huddlestone ikilisi ile oynamak zorunda kalmıştı. Üretkenlikte baya kısır kalan ikili Modric'i fazlasıyla arattı. Neyse ki Scott Parker sakatlıktan döndü ve Dembele'nin de alışmasıyla orta saha toparlandı.

Her neyse, geçen hafta White Lane'de maçın sonuna kadar 1-0 mağlup oynadılar. Açıkçası ben Coys'un çok fazla son dakkalarda yüzünün güldüğünü pek hatırlamıyorum. Hele ki böyle maçlarda, hele ki bu sezon Everton ile oynanan maçtan sonra... Dempsey'in golü belki de taraftarında bir çok şeye inanmasını sağladı. Bu sezon, sonunda oldu dedirtti. 

24 Ocak 2013 Perşembe

Little France United

Newcastle'ın devre arası transferleri Debucy, Yanga-Mbiwa, Sissoko ve Gouffran ile birlikte oluşan olası potansiyel ilk on birlerinden bir tanesi şu şekilde oluşuyor. 
Bayrak yatay değilde dik olsaydı Küçük Fransa yerine direk HAKİKİ FRANSA diyebilirdik. Nitekim şuan Newcastle'ın kadrosunda birçok Fransız takımından daha çok Fransız oyuncu bulunuyor. 

23 Ocak 2013 Çarşamba

Afrika'nın Kupası



Futboldan beklentiniz nedir?

İyi futbol, bol gol, heyecan, yoksa sadece Pazar eğlencesi mi?

Herkesin beklentisi farklı olduğuna göre bazılarının beklentilerini karşılamaya aday bir turnuva başlamış durumda: Afrika Uluslar Kupası.

Libya’da çıkan savaş yüzünden evsahipliğini Güney Afrika’nın üstlendiği şampiyona genelde futbolcularını göndermek istemeyen Avrupa kulüplerinin mızmızlanmasına sahne oluyor.

İlk maçların tamamlanması ile kupa hakkında pozitif yorum yapmak zorlaşıyor. İddaa tabiriyle ilk 8 maçın 6’sı alt bitti. Seyirci çok az. Futbol kalitesi yerlerde sürünüyor. Ve kabus geri döndü: Vuvuzela!

Eski turnuvalarda takımı sırtlayan büyük yıldızlara da rastlamıyoruz. Yıldız oyuncuların çoğu 30 yaşını geçmiş durumda; Afrika futbolundan yıldız oyuncu artık çıkmıyor.

Turnuvanın favorileri Fildişi Sahilleri, Fas, Cezayir ve Gana ilk maçlarda hiç de göz doldurmadı.

Önemli futbolcuların Avrupa’da oynadığı ve devre arası olduğu göz önünde bulundurulduğunda futbolcuların konsantrasyon sorunu çektiği düşünülebilir. Grup maçlarının ardından eleme maçlarında daha heyecanlı maçlar izleyebileceğimizi düşünüyorum.

Bu arada milyon dolarları rahatça gözden çıkaran kulüplerimize; turnuvayı önemli scout’ların izlediğini hatırlatmak gerekir mi bilmem?

18 Ocak 2013 Cuma

Guardiola'nın Yeni Durağı

Geçen günlerde ortalığı kasıp kavuran bir numaralı haber tartışmasız bir şekilde Guardiola'nın Bayern Munich ile anlaşması oldu. Önceleri düşük enformasyon ile yanlış bilgiler almış olsakta, Guardiola'nın sezon sonu emekli olacak olan Jupp Heynckes'in yerine geçeceğini öğrendik. Zaten haberler bize ilk ulaştığında şaşırmıştık. Yarıştığı her kulvarda kusursuz bir şekilde ilerleyen Jupp Heynckes'in takımında ne gibi bir sorun olabilirdi de teknik direktör değişimine karar kılınmıştı? Aslında Avrupa basınında sezon başından beri Guardiola-Bayern Munich isimleri yan yana geçmeye başlamıştı. Sanki geleceği görür gibi mi? Büyük gazetecilik başarıları mı? Hayır, hepsi bir planın parçasıydı.

Geçen sezon Bayern Munich fazlasıyla başarılı bir yıl geçirmiş olmasına rağmen inanılmaz derecede kötü bir sonla bize veda etmişti. 2001 yılında üç kupa finali oynayıp, üçünü de kaybeden Bayer Leverkusen'den sonra ilk defa bir takım bu başarısızlığı tekrarlamıştı. 67 yaşındaki Heynckes, yükselen Dortmund tehdidi altında zaten yeterince stresliyken üst üste aldığı darbeler onu daha da yormuştu. Başarılarla dolu kariyerine zirvedeyken veda etmeyi kafasına takınan kurt hoca, Uli Hoeness'e istifa dilekçesini sunmuştu. Ama Bayern, yeni yapılanmaya devasa katkıları bulunan bu hocaya kıymak istemez. Aslında Heynckes'ten ziyade takımda oturtulan bu sistemin bu istifa ile darbe alacağından korkarlar. "Bize yeni bir hoca bulana kadar izin ver, bu takımı zirveye oynat ve bu sezondan daha iyi bir şekilde gerçek bir efsane olarak kariyerine veda et." Tabii ki sarf edilen sözler birebir böyle değildir ama buna benzer olduğu kesin, ve sözlerin yarattığı etkinin büyüklüğü de...

Jupp Heynckes ile inanılmaz bir şekilde sezona başlayan Bayern Munich, bir yandan da hoca aramaya başlamıştı. Kulüp hareketleri sadece Türkiye'de basına yansımıyor ya, orada da konuşuldu. "Bayern yine hoca kıyımı yapacak.", "Başarılı olmak yetmiyor mu?" tarzındaki spekülasyonlara kulak asılmadı. Peki yeni hocayı hangi standartlara göre seçeceklerdi?
Bayern Munich eskisi gibi değildi. Almanya'da yıldızı parlayan isimleri diğer takımlardan çalarak yerel başarılara imza atması artık yetmiyordu. Bu şekilde zaten istikrarlı bir şekilde Şampiyonlar Ligi'nde de yükselemiyorlardı. Barcelona, Manchester United gibi takımların yapılanmalarını örnek almak ve uluslararası başarıya istikrarlı bir şekilde uzanmak gerekiyordu. 2009 yılında bunun temelini attılar. Yeniden yapılanma diyince dünyada akla gelen 2-3 isimden biri olan Louis Van Gaal takımın başına getirilir. Robben, Gomez, Tymoshchuk, Luis Gustavo gibi isimler takıma katılır. Çok az sayıda transfer, altyapıdan yeni monteler ve tabii ki maddi olarak kulübün daha da gelişmesiyle sistem ilk meyvelerini vermeye başlar. Van Gaal döneminin takıma en büyük etkisi ise sabırlı hücum disiplininin takıma oturması ve aynı isimlerin sürekli birlikte oynamasıyla birlikte ortaya çıkan ahenktir. Ama halen eksik birşeyler vardır. Van Gaal, 2. sezonunda takıma Şampiyonlar Ligi finali oynattırmış olsa da kupayı kaybedecek ve bu onu işinden edecektir.

Aslında sorun Van Gaal'in yaptıklarında başarısız oluşu değildi. Ama hem onun geçimsiz kişiliği hemde aşırı disiplinli duruşu egosu yüksek futbolcularda soruna sebep oluyordu. Disiplin gerekiyordu ama bu yıldızlar topluluğunda katı disiplin huzursuzluğa yol açıyordu. Ayrıca benimsediği oyun anlayışı onları Şampiyonlar Ligi finaline çıkartıyor olsa da istenilen düzeyde değildi. Peki ne mi yapılmalıydı?

Uli Hoeness ve Christian Nerlinger'in takımın hücum futbolunu daha ileri taşıyabilecek ve disiplinden tavız vermeden oyuncuları kontrol altında tutabilecek bir isimle anlaşması gerekiyordu. Guardiola haberleri o zamanda çıktı. Mourinho dendi ama onlar kendi aralarında amansız bir yarış içindeyken buralara bakmazlardı. Onlarda eski bir dosttan tekrar yardım istediler ve Heycnkess bildiğiniz üzere takıma geri döndü. Yıldız oyuncuları disipline etmesi, hücum oyununu birkaç seviye yukarı taşıması ve herşeyden önce var olan sistemi bozmayıp üstüne katması onu adım adım başarıya götürecekti. Üstüne üstlük Van Gaal'in tasarruf ettiği parayı da harcama vakti gelmişti. Boateng, Neuer, Rafinha, Petersen takıma katılırken kiralık olarak gönderilen isimlerin birçoğu da kulübe geri çağırıldı. Neyse kısa geçelim. Geçtiğimiz sezon Heynckes takımı inanılmaz bir şekilde yönetti ama bilindiği üzere sonuca varamadı. Lakin sonuca varılmıyor olsa da son yılların en keyif veren takımlarından birini izlettirmesi büyük alkış aldı.

Buradan sonra ikinci paragrafa geri dönüyoruz. Bayern Munich'in son yıllarda yaptığı gibi Heynckess'i de harcaması bekleniyordu. Diğer yandan hoca da emekliliği düşünüyordu. Uli Hoeness bu sefer fırsatçılık yapmadı ve hocasının arkasında durdu. Dediğimiz gibi bir sezon için daha konuşuldu ve hoca aramaya başlardılar. Evet, "Guardiola'nın Yeni Durağı" başlıklı yazımızda sonunda onunla ilgili kısma geçmeyi başardık. Yeni hocanın dün itibariyle Pep Guardiola olacağı açıklandı.

Guardiola doğru isim miydi? Herkesin dediği gibi kolaya mı kaçmıştı? Teknik direktörlük kabiliyetleri halen soru işareti olan bir adama bu takım emanet edilir miydi?

Barcelona'da inanılmaz bir kariyer yaşayan ve herkese nasip olmayacak başarılar gören Guardiola'nın teknik direktörlük kabiliyetlerinin her şeye rağmen sorgulandığı malesef büyük bir gerçektir. İnanılmaz bir jenerasyon yakalayıp bunun üzerinden yıllarca başarılara koştuğu da bir gerçek fakat arka plana itilen bazı konularda bulunuyor. Barcelona, kazandığı başarıların büyüklüğü kadar da egoya ve geçimsizliğe sahip bir kulüptür.

Herkese melek gibi gözüken birçok futbolcu aslında devasa egolara sahiptir ve birbirleriyle geçinmeleri bile çok zordur. Medyaya verdikleri dostane demeçlerin ardından antremanlarda veya sosyal hayatlarında bu adamların birbirleriyle olan sorunları defalarca medyaya yansımıştır. Peki bunları bir arada tutan şey neydi? İşte cevap yine bu yazıda, Pep Guardiola...

Bayern Munich'in şuan var olan yapılanmasını başlattığı gibi Barcelona'nın bu günlere gelmesini sağlayan isimde Louis Van Gaal'dir. Barcelona'da yaptıkları yine yetersiz gelmiş, sistem Frank Rijkaard ile son halini almış ve Guardiola'nın varlığı ile kusursuza yakın bir hal almıştı. Bu hikaye tanıdık gelmiyor mu?
Peki Guardiola, Barcelona'ya ne katmıştı. Ne mi? Disiplin, disiplin, disiplin... Takıma geldiği gibi Ronaldinho, Deco gibi dönemin parlak isimlerine sorunları yüzünden acımamış; Xavi, Messi gibi isimlere de büyük ultimatomlar vererek yola girmesini sağlamıştı. Kendi içinden geldiğinden de ötürü takımın değerlerine saygısızlık etmemiş, sert disipline rağmen oyuncularına arkadaş gibi yaklaşmayı da es geçmemiştir. Onları değerli hissettirmiştir, sorumluluk duygusu aşılamıştır. Daha ilk sezonunda sistem kusursuza yakın bir hal almasına rağmen onun hakkı hiçbir zaman verilmemiştir. Halen bu konuda Guardiola'nın katkıları es geçilmektedir. Gerçi Guardiola'nın asıl olayı takımı disipline etmekten ziyade bir genel menejer gibi futbol şubesini yönetmek olmuştur.

Guardiola'nın Barcelona'dan ayrılma kararı zamanında çok konuşulmuş olsa da şuan yine hasır altı edildi. Kimse bu kadar başarılıyken bu ismin niye içinden yetiştiği ve başarılı olduğu yapıyı terk ettiğini gerçekten anlamış değil, sorguluyor da değil... Kaybedilen tek bir şampiyonluk mu sorun olan? Hayır, sorun yine bizzat Barcelona'nın kötü yönetimi, patlayan egolar ve taraftar baskısından başka birşey değil.

Guardiola ile ilgili ortaya çıkan bazı haberlerde kulüpte köklü değişiklikler yapmak istediği için aslında kovulduğundan bahsedilmektedir. Kovulma değilde, mobbing sonucu istifa diyelim biz buna günümüze ayak uydurarak. Günümüzdeki inanılmaz gerçeklerden bir tanesi de Barcelona kulübünün şuan çok büyük bir ekonomik kriz yaşıyor olmasıdır. Sportif olarak bu kadar başarılı bir kulüp iken ve değeri 900 milyon euroyu aşarken nasıl olur da ekonomik kriz yaşanır? Kötü yönetim, gelir-gider tablosunun bir türlü dengelenememesi büyük sebeplerden biriyken bunlara sebep olan bir numaralı faktör ise oyuncu maaşlarındaki saçmalık derecesindeki miktarlardır. Her yıl sadece oyuncu maaşlarına 210 milyon euroluk ödeme yapan Barcelona, tüm spor dallarında bu alanda bir numaralı spor takımı olarak karşımıza çıkıyor. Kulübün sadece futbol şubesine harcadığı paranında yıllık 400 milyon euroya kadar çıktığından bahsediliyor. Hal böyle olunca gelir-gider tablosunu iyi düzenlemek gerekiyor. Guardiola'ya verilen kadro, harcanan paralar başlarda kendisine tatlı gelmiş olsa da o da bu işin böyle gitmeyeceğini anlamış ve hocası Van Gaal'den öğrendiklerini uygulamaya geçirmek için bir fırsat yakalamıştı: "Kulüpte köklü değişikliklere imza atarak yeni bir yapılanmaya girişmek ve Barcelona'ya bir gelecek kazandırmak."

Lakin özellikle başkan Sandro Rosell'in rahat koltuğunu kaybetme korkusu Guardiola'ya engel olacaktır. Buradan itibari söylentilere dayanıyor olsa da bahsetmek gerek. Guardiola temelde çok yüksek maaş alıp takıma çok ekstra şeyler katmayan, yeri doldurulabilecek isimleri satmayı düşünmüştü. Hem popüler isimler olduklarından ötürü iyi gelir gelecek, hemde maaş bütçesi açılacaktı. Yine söylentilerde ismi geçenler ise Pique, Dani Alves, Fabregas, Busquets gibi isimleri takımdan kesmeyi düşünen Guardiola ayrıca takıma yüksek katkılar veriyor olsalar da ayrılmak isteyen Iniesta ve David Villa gibi isimleri de yollamayı planlıyordu.  Lakin evdeki hesap çarşıda tutmadı. Taraftar baskısından, ondan önce de yeni sistemde bu kadar başarılı olamamaktan korkan Sandro Rosell koltuk sevdasına tutulur. Guardiola'nın istedikleri yapılmaz, ama o pes etmez derken mobbing derecesinde gördüğü baskı sonucu "Yoruldum" diyerek istifa eder. Bu hikaye birebir gerçek midir? Bilemiyoruz, ama son dönemlerde Avrupa futbolunda bu kadar net konuşuluyorken ve Barcelona çevresinde yaşanan onlarca olay ve gelişme de bu hikayeyi destekler şekilde gelişiyorken inanmamak elde değil.

Guardiola iyi bir teknik direktör mü? Bunu halen bilmiyoruz ama yanlışların peşinde koşmak istemeyen ve her zaman adaletli davranmaya çalışan bir insan olduğunu biliyoruz. Egosu yüksek as oyuncuları kontrol etmek ve daha nicesi altyapıya verdiği yüksek önem ile oradan yeni çocukları alıp göz önüne atmayı, faydalanmayı çok iyi biliyor. Yine Guardiola'nın zayıflıklarından bahsetmek gerekiyor. Transfer, transfer transfer...

Barcelona başındayken her ne kadar transferlerin bir kısmı ona sorulmadan bir komite tarafından yapılıyor olsa da birçok önemli ismi de o kendisi transfer etmiştir. Gerçi son dönemlerde ortaya çıkan söylentiler tüm transferlerin tek başına Andoni Zubizaretta tarafından yapıldığını iddia ediyor olsa da kendisinin burada engelleyici bir güç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kendi döneminde dışarıdan gelen hiçbir transfer takıma katkı sağlayamadı, sağlayanlar ise maliyetlerini karşılayacak kadar yüksek performans gösteremedi. Oyuncuları anlayabilen ve onları kontrol etmeyi bilen biri için büyük handikap? Ama burada bir sis perdesinin gözümüzün önünde olduğunu da tekrar hatırlatmak gerek. Ama bu sis perdesinin arkasında bir gerçek daha bizi bekliyor. Sanıyoruz ki dünyanın en iyi transfer komitelerinden birine sahip olan kulüp Bayern Munich'tir. Uzun uzun bahsetmeye gerek yok ama kötü transfer yaptığı çok az görülmüştür, istedikleri her oyuncuyu alabilecekleri gibi inanılmaz bütçe ile her şekilde ellerinde de tutabilirler. Alman milli takımının yakaladığı inanılmaz jenerasyonun en önemli isimlerinden biri olan Matias Sammer'in sportif direktörlük koltuğunda oturuyor olduğunu da hatırlatalım.
Guardiola için Bayern Munich doğru tercih miydi? İşte buraya kadar yazdığımız onca paragrafta anlatıldığı üzere az çok taşlar yerine oturmaya başladı değil mi? Bayern Munich'in son yıllardaki yapılanması ve Barcelona'nın geçmişteki yapılanmasının birbirine paralellik gösteriyor olması; ayrıca teknik direktörlük kariyeri boyunca en başarılı olduğu oyun sistemi ve yeteneklerinde ona ihtiyaç duyulan bir yere gidiyor.

Kolayı mı seçti? Evet, kolayı seçtiğinin aksini kimse söyleyemez ama şöyle bir gerçekte var ki iki taraf içinde nokta atışı olabilecek bir hamle de "kolayı seçmek" çok basit bir önermeden öteye gidemiyor. Hücum futbolu ve yüksek disiplin ile Bayern Munich şuan ki halinden bir seviye daha yukarı çıkabilecekse olabileceklerden cidden korkmaya başlasak iyi olur.

Belki kimyaları tutmaz mı diyorsunuz? Bayern Munich'in yerel yıldızlarının hepsi şimdiden Guardiola'yı saygıyla beklemeye başladılar. Phil. Lahm en son yaptığı açıklama da takım olarak Guardiola'yı sabırsızlıkla beklediklerini ve yaptıklarına çok büyük saygı gösterdiklerini söylediler. Gomez ve Neuer'in benzer açıklamaları da var. Futbolcular istiyor, teknik direktör istiyor. Tutmama ihtimali? Sanmıyoruz.

Avrupa'nın zirvesini domine edecek yeni takım Bayern Munich mi olacak? Merakla bekliyoruz.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Son durak...


Ülke olarak hazıra konmayı seviyoruz. Bir şeyin olgunlaşması daha iyi olması için geçen zamana karşı tahammül seviyemizin düşük olduğu konulardan birisi de kesinlikle futbol. Yarını değil de şimdiki zamanı kurtaracak kısa ve kalıcı olmayan çözümler, transferler yaparak ortalama iki senede bir hedef revizeleri yapan Süperlig takımlarımız ve onların transfer harcamaları var.

Vizyon eksikliği ve kısa sürede başarı elde etme isteği malesef takımları altyapıdan futbolcu yetiştirme mantığından uzaklaştırıyor, rakip takımın transfer ettiği yıldız oyuncuya misilleme  ya da taraftar kitlesini arttırma forma satışları vs. İthal futbolcu arayışlarına sevk ediyor. Yurt dışından gelecek futbolcu için Türkiye Arap takımlarına gitmeden önceki son durak. Gerek sosyal yaşam gerekse ki en önemlisi diğer Avrupa ülkelerinde kazamayacağı para bir nevi emekli ikramiyesi. Almanya'da %45 İspanya'da %43 olan vergi oranı Türkiye'de %15 olunca, yeteneği olan otuz yaşını aşmış son demlerini oynayan yıldızlar için Türkiye'ye gelmek emekli ikramiyesi karşılığında tatil yapmakla eş değer. Ayrıca daha önceki kulüplerde görmediği kadar ilgi, toleransta cabası.

Türkiye'ye gelen faydalı olan takımlara bir şeyler katmış yabancı oyuncuların sayısı toplam gelenlere baktığınız zaman ufak bir yüzde de kalıyor. Transfer politikalarında biraz daha tutarlı ve altyapıya biraz daha önem verirsek, takımlar birbirleri ile olan rekabetten ziyade Avrupa arenalarında ki başarılarını baki kılacak tutumlar sergilerlerse belki o zaman elle tutulur bir ilerleme kaydedebiliriz.

Bu zamana kadar takımlarımız ve yöneticileri vizyon sahibi olsalardı eğer genç yaşlarında: Jimmy Floyd Hasselbaink'i Samsunspor'da, Kaka'yı Gaziantepspor'da, Nedved'i Galatasaray'da, İbrahimovic'i  Beşiktaş'ta, Gökhan İnler'i Beşiktaş ya da Fenerbahçe'de, Shevchenko'yu Trabzonspor'da, Eto'o ,Diego ve Robinho'yu Fenerbahçe'de, Mesutt Özil'i  Fenerbahçe ya da Beşiktaş'ta izleme şansı bulabilirdik. Belkide altyapılarımızın yetersizliğinden dolayı onlar bu kadar yıldız  olamayacaklardı ama yine de bir düşünün derim...

15 Ocak 2013 Salı

Irkçılığa karşı ne yapılabilir?


Son dönemde ırkçılık iyice tırmandı Avrupa'da. En son hazırlık maçında Boateng kendisine yapılan ırkçı davranışlar yüzünden sahayı terk etmişti, maç da yarıda kalmıştı. Bununla ilgili en son FIFA başkanı Sepp Blatter uyarıda bulundu ve "Irkçı tacizle karşı karşıya kalan futbolcular sahayı terketmemeli" dedi. Irkçılık yapan taraftarın takımına puan silinme cezası uygulanabileceğini söylemiş. Daha caydırıcı olacağını belirtmiş.

Empati yapmanın tam zamanı diye düşünüyorum. Evet, bir konuda Sepp Blatter haklı, böyle olursa maçlar tamamlanamaz, bununla birlikte o psikolojide o oyuncu maçı nasıl tamamlasın? Teknik direktörü morali bozuldu oyundan alsa oyuncuyu, o sporcunun arkasında olunmamış gibi gözükebilir, en azından futbolcu bunu hissedebilir. Futbolcunun o an bunu anlamasını beklemek hata olur. Gerçekten o sinirle neler hissettiğini bilemeyiz. Bundan sonraki maçlar için o moralin toparlanması çok zor olabilir. Bir sürü denklem var ama çözüm cidden zor. Ama Milan'ın olaydan sonraki maça özel olarak hazırlattığı t-shirtler çok güzel bir tepkiydi.

Peki ne yapılabilir? Bu tip insanları tek tek çıkarıp hapis cezası verilebilir, çünkü ırkçılık bir insanlık suçu. Sonuçta maçlar yayınlanıyor ki hatta o anlar özellikle gösteriliyor. O kişilerin ortaya çıkarılması çok zor olamaz. Bu tip durumlarda radikal cezalar verilmezse olaylar devam edecektir. FIFA'nın da bu uyarıları yapmak yerine örnek olacak cezaları vermeye başlaması gerekiyor. 

7 Ocak 2013 Pazartesi

Frank Lampard Efsanesi


Vefasızlık mı denir, yoksa profesyonellik mi herkese göre değişir. 12 yıldır Mavilerde forma giyen Frank Lampard ile Chelsea'nin yolları sezon sonu ayrılıyor. Biyonik adam Lampard bu süre zarfında çok az takımını yalnız bıraktı. Villas Boas'ın takımın başına geçmesinden beri yedek kalmaya başlayan Lampard, bu sezon da aynı sorunu yaşamaya başladı. Sanırsam yaşından dolayı bu kararı alıyorlar.

34 yaşındaki yıldız Chelsea adına Avrupa Kupaları'nda 93 maç ile en çok sahaya çıkan oyuncusu. Bir sezonda 62 maça çıkarak bu alanda da takımının lideri. 91'i Chelsea'deyken, toplamda 93 kez milli takımda oynayarak bu daldaki rekora da sahip. Ama bana sorarsanız ki bu bildiğim kadarıyla İngiltere'de kategorisinde rakipsiz, en önemli istatistiği Premier League gibi bir ligde üst üste çıktığı maç sayısı. 13 Ekim 2001 ile 26 Aralık 2005 tarihleri arasında üst üste kesintisiz 164 maça çıktı Lampard. Premier League gibi bir ligde bu rekor pek kırılabilecek türden değil. Bu süre zarfında da takımının en çok gol atan oyuncusu olmuşluğunu da düşünürsek, insan kategorisinde de çıkarabiliriz kaptanı. Bunların dışında Lampard'ın bir orta saha oyuncusu olduğunu düşünürsek Chelsea tarihinin en golcü ikinci oyuncusu olması da ayrı bir detay. Kerry Dixon ile 193 golü paylaşıyor. Dokuz gol daha atarsa takımının tarihinin en golcüsü olacak.

Böyle bir oyuncuyu yaşından dolayı göndermek ancak Chelsea gibi paranın yönettiği takımlarda olur. Garip olan hala oynadığında gerçekten çok büyük katkılar veren bir oyuncu ve takımın efsanesi olarak takımda olması bile bir çok oyuncu için motivasyon olabilir. Belki de sporun hala duygusallığını sevdiğim için bu şekilde düşünüyorum. Chelsea'nin en büyük başarılarında her zaman en büyük katkıyı yapmış, efsane olmuş bir oyuncuyu bu şekilde göndermek çok üzücü. Lampard'ın da oynamak istemesi belki de en büyük sebep olmuş olabilir. Söylentiler LA Galaxy diyor ama gidecekse evine geri dönsün. Bir sürü mükemmel oyuncuyu bizlerle tanıştıran West Ham, yetiştirdiği efsane oyuncusuna kavuşsun. 

4 Ocak 2013 Cuma

David Silva ve gol sevinci

Manchester City'inin İspanyol yıldızı takımının en önemli oyuncularından biri. Belki de çoğumuzun bilmediği bir şey, onun gol sevincinin manası. Silva her golden sonra sol bileğini öpüyor. Sol bileğinde, Silva 15 yaşındayken, kanserden dolayı beş yaşında hayata gözlerini yuman kuzenin ismi olan Cynthia yazan bir dövmesi var. Cynthia'nın ölümü Silva'yu çok etkilemiş. Her golünü ölen kuzeni Cynthia Vega Jimenez'e armağan ediyor.



Ayrıca Cynthia'nın adı Silva'nın kramponlarında da yer alıyor.